24 Ağustos 2010 Salı

Sevgili Dost...

Sevgili Dost;



Kalemimden kan damlıyordu.. Söylediklerim sanki ağzımdan görünmüyormuşcasına çıkan jiletler gibi karşımdakini yaralıyor kanatıyordu..

Ve bu yaralanmalar nedense en çok sana oluyordu.. Hiç haketmediğim bu dostluk denizinde bindiği teknenin yelkenlisini bıçağıyla yırtan şımarık bir çocuk gibiydim.. Yaptıklarım yetmiyormuş gibi teknenin güvertesine de kocaman bir delik açıyordum.. Sen ise sokakta top oynarken kırdığı cam için annesinin eteklerine kapaklanan çocuğa şefkatini gösteren bir anneyi aratmıyormuşcasına beni hep idare ediyordun.. Ama seninde bir sınırın vardı tabi.. Ben o sınırı bir çok kez aşmış sen her defasında bu son demiştin..

Ama biliyordum ki sendeki bu sonlar sınırsızdı.. Çünki sen gerçek bir dosttun.. Belki bu yüzden aymaz yaramaz ve serkeş davranıyordum.. En güçlü olduğumuz zamanlarda en büyük hataları yapıyorduk.. En herşeyi bildiğimizi zannederken cahilane cümleler kuruyorduk..


"Bir ressam çizdiği resme hayretle bakan adamın yanına yanaştı.. Adam ressama Üstadım sanırım resmi yanlış çizmişsiniz çünki çizdiğiniz evin kapısında açmak için anahtar yok der.. Ressam adama gülerek bu ev yüreği simgeler ve sadece içerden açıldığında dışarıdaki içeri girebilir der.."

Sevgili Dost;

Şimdi dışarıda olan benim.. Ve kapının anahtarı senin ellerinde..

Bir Dost..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder