23 Mayıs 2020 Cumartesi

Nerde O Eski Ramazanlar?

“Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında,
Yürüyorum ardıma bakmadan yürüyorum,
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.”

Tarihi anlatan kitaplardan, bir makaleden, bir köşe yazısından okuyabileceğimiz ve başımıza geleceğini asla tahayyül etmediğimiz bir zamanı yaşıyoruz hepimiz. Yalnızca bir ülke değil bütün dünyayı etkisi altına almış, insanları evlerine tıkmış, insanların birbiri ile temasını kesmiş, aynı evin içerisindeki aile bireylerinin bile korkudan bir arada bulunmasını sekteye uğratmış bir virüsle, bir pandemi süreci ile karşı karşıyayız. Eski tarihlerde efsane gibi anlatılan bir virüs yayılımını canlı canlı yaşayarak izliyoruz. Dünya bilime tapan insanlarla dolu ama daha grip gibi hayatımızın bir parçası haline gelmiş hastalığa çözüm bulamamış bilim bu virüse karşı da çaresiz. Bilim bilim diye yeri göğü inleten ülkeler bile çaresizliklerini ülkelerinde azınlık olsa bile o inancın dualarında çare arar hale gelmiş bir şekilde eline geçen her fırsatı değerlendirmenin peşinde.

Anlatmak istediğim bunlar değil elbette. Seksen günde devri alem yaparcasına tüm dünyaya yayılan ve uğradığı her ülkede maddi ve manevi tahribatlar yaşatan bu virüs ile biz de yaklaşık iki buçuk aydır yüzleşiyoruz. Evlerimizde virüsün gelip gitmesini beklerken, korkudan dışarı bile çıkamadığımız o günlerde onbir ayın sultanı olan Ramazan Ayı geldi. Ramazan bir tefekkür ayıdır aslında. Mevzu onlarca saat aç kalmak değil, aç kalan insanların durumunu yaşamak onlarla empati kurmak, verilen nimetlere şükretmeyi idrak etmek ve onları imkanlar el verdiğince infak etmektir. İnfak kelime olarak “paylaşmak” olsa da, bir Allah dostunun deyimi ile “başkasının mutluluğu ile huzur bulmaktır”

Evlerimizde kaldığımız şu günlerde düşünmek için çok fırsatımız oldu. Hiçbir şeye vaktimizin olmadığı, kimseye zaman ayıramadığımız, yapmamız gereken işler için fırsat bulamadığımız, okumamız ve izlemememiz gerekenleri hep ertelediğimiz, günü yetiremediğimiz zamanlar hep buhar oldu. Artık her şeye fırsatımız ve imkanımız en önemlisi zamanımız vardı. Ama yine de bir çoğumuz yapmamız gereken birçok şeyi yapmadı. İşte bu günlerde Ramazan’ı en güzel bir şekilde idrak edebilirdik oysa.

Lüks ve şaşalı sofralar kurulmadı bu sene fahiş fiyatlar ile hizmet veren restoranlarda! Bir yerlere yetişme telaşına gark olmuş insanlar lüks araçlarından korna çalarak kızmadı kimseye, içinden yada dışından sinkaflı kelimeler ile hakaretler etmedi, kavgalar çıkartmadı! Kimse kimsenin gözünün içine soka soka yardımlar etmedi. Belki de bazıları için ilk kez “sağ elin verdiğini sol el görmedi, bilmedi..” Belki de ilk kez eski Ramazanlar gibi bir Ramazan idrak ettik hepimiz. Evlerimizde, mütevazi sofralarda, yalandan ve zorlama ifadelerin olmadığı, en çok biz olduğumuz sofralarda sahur ve iftarlar yaptık. Kendimizden maddi olarak üstte olanlara bakmayı belki ilk kez bırakıp kendimizde olan nimetlerin ne kadar kıymetli olduğunu anladık. Bir yol üstünde sevdiğimiz insanlarla karşılaştığımızda ettiğimiz o kısa sohbetin ne kadar değerli olduğunu anladık. Elimizde bizim olduğunu sandığımız ne kadar şey varsa onlara ulaşamamanın acziyetini yaşadık. Gerçek kudretin, sahip olmanın insanlık adına boş bir hayal olduğunu ve bir başımıza kaldığımız gecelerde içimizi kaplayan korkularda sığındığımız limanın Allah (C.C.) olduğunu anladık.

Ramazan Bayramı’nı kutlayacağız yarın. Yaşantımız boyunca belki de ilk kez bir bayramı sokağa çıkma yasağı altında yaşayacağız. Dünyanın çeşitli coğrafyalarında inançları yüzünden zulüm görüp, ibadetlerini ve bayramlarını uluorta yapamayan, kutlayamayan insanları belki de bir nebze olsun anlayacağız. İlk kez bu sene garibanın çocuğu mahçupluk eziklik yaşamayacak. Durumu olanların çocuklarını en pahalı kıyafetler ile sokaklara saldığı bir bayram olmayacak bu bayram. Evlerde bayram ziyaretleri için önce benim aileme gidelim kavgaları yaşanmayacak. Büyükler yine ziyaret edilemeyecek belki ama ilk kez bu sene çoğunun kalbi tatile giden evladının ve torununun yüzünden kırılmayacak. Yalandan değil yapacak bir şey bulamadığı için belki telefonlarda büyükler ile daha fazla konuşulacak ve farkında olmadan sevindirilecek o insanlar.

O kadar çok sebep sayılabilir ki şu günler hakkında. En önemlisi insanın kendine dönmesi için bir fırsat şu günler. Teknoloji çağında bana şu şu yeter denilen ne varsa yetmediğini dibine kadar anladık sanırım. Umarım bu idrakimiz ile bazı dersleri de almışızdır. Gerçek kudret sahibinin bizi imtihan ettiği ve “istediğim nimeti sizin elinizden gözle görülmeyen bir mikrop ile de alırım, haddinizi ve hududunuzu bilin” dediği şu günlerde her şeyin bir hiçlikten ibaret olduğunu, bize verilen nimetlerin gelip geçici olduğunu, bir başkasının mutluluğunda huzur bulmanın gerçek zenginlik olduğunu, elimizdeki madde ile ihtiyaç sahiplerine zulmetmenin bize bir fayda sağlamayacağını ve dahi nice yaşananlardan her şeyin bizden ibaret olmadığını anlamışızdır.

Bu günler kayıplar versek de birgün son bulacak. O gün eğer ayakta isek her şey tekrar başlayacak. Tek temennim bu günlerin unutulmaması. Sahip olduğumuzu sandığımız her şeyin aslında bize ait olmadığını, onlara bir emanetçi olduğumuzu ve en önemlisinin emanete hıyanet etmememiz gerektiğini hatırlamak olacaktır.

Selam ve dua ile..

21 Haziran 2017 Çarşamba

reklam nedir..

haklının değil tanınmış kişinin yanında durmak da yeni nesil hastalığımız.. tanınmış kişi sizi takdir etse ne, etmese ne? takmıyor bile sizi varlığınız bile bi anlık sonrasında yoksunuz..


tanınmış bir gazetenin sosyal medyada popüler bir yazarı geçenlerde "parayla reklam yapacakmışım ben" diye epey kızdığı bir yazı paylaştı.. tabi bizim duyar severler inanılmaz sevdi bu yazıyı.. neden? çünkü sosyal medyada çok takipçili ve popüler kişiler belirli bir ücret karşılığı hesaplarında reklam paylaşıyorlar ve o ücretler bazılarına ulaşmıyor diye kızgınlar.. kendileri alamıyorsa o reklamları başkaları da almamalı çünkü.. neyse aynı köşe yazarı günler öncesinde italya'da tesisleri olan bir markanın adını hunharca belirterek bir yazı kaleme almış.. bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyerek bir paylaşım yaptım.. yüksek takipçili hesapların desteği ile büyük kitlelere ulaştı paylaşımım.. o kitlelerden bir kısmı tabi ki ünlü sever insanlar.. hani şu gazetelerin magazin sayfalarını okuyup mutlu olan insanlar.. köşe yazarına şikayet etmeler falan filan derken o köşe yazarı bana ulaştı.. ben bu yazı karşılığı para almadım ki, basın gezisi bu dedi.. hani bir nevi demek istiyor ki bilgilendirme yazısı bu.. bakın şunu şunu şu firmalar yapıyor sizin de böyle düşünceleriniz varsa sizde bu yolları izleyin yazısı yani.. kızdı bana bi sürü inatla para almadığından bahsetti.. şimdi bu yazıyı neden yazma gereği hissettim onu belirtip asıl derdime geçeyim.. iletişim uzmanından çeşitli iş kollarına varan bir yelpazede ünlü sever tarafından "ya bunun neresi reklam" çıkışlarına maruz kaldığım için kendi anladığım pencereden reklamın ne olduğunu anlatmaya çabalayayım..


reklam öyle terimlerle anlatılacak, şunu yaparsan reklam olur bunu yapmazsan reklam olmaz durumu değildir.. çünkü hedef kitle terimlerle uğraşmaz.. marka ismi varsa o iş reklamdır.. hatta sosyal medyada birisini paylaşmanız da reklamdır.. illa karşılığında para almış olmanız gerekmez.. basın gezisi diyorlar inatla.. peki soruyorum siz bir köşe yazarı olsanız ve sizi tesislerine davet eden kurumun ismini belirtmeden yaptığı işi öven bir yazı yazsanız sizi bir daha tesislerine davet ederler mi? köşe yazarı bana bir cevabında benim yaptığım reklam değil yapılan işi övüp teşvik etmek dedi.. tamam ama marka ismi işin içine girdiği an o şey benim mantığımda reklama dönüşüyor.. 


herkese tek tek cevap vermektense şöyle bir yazı yazayım da cevap olsun diye yazdım lakin yine amalarda boğulacak tonla insanımız var memleketimizde.. çünkü şöhretli olmak mutlak doğruluğa açılan bir kapı gözlerinde.. bi abinin yıllar önce yazdığı bir tiviti ile yazıma son veriyorum..


"deli ünlü biriyse renkli bir kişiliği var oluyor"

29 Ağustos 2016 Pazartesi

bi karar verin.!

geçen gün sosyal medyaya yansıyan yeni bir taciz olayının detaylarını öğrenmiş bulunduk.. olay kısaca şöyle.. migros sanal marketten sipariş veren bir kadın evine siparişi getiren eleman tarafından facebook'tan eklenmek istenmiş.. kadın birey doğal olarak ve ülkede daha önce yaşananların da etkisi ile tedirgin olmuş ve olayı sosyal medya üzerinden kitlelere ulaştırmış.. herhangi bir sıkıntı yok gibi.. ama muazzam bir sıkıntı var ortada.. evet yaşanan bir taciz kabak gibi hemde.. ama bunları söyleyenlerin hayat görüşleri üzerinden olaylara bakışınız, birine yobaz bir bakış diyerek sahiplenirken diğerine olamaz böyle birşey diyerek nefret kusmanız kafa karıştırıcı.. 

ne yazık ki hafızam kuvvetlidir benim.. daha önce yazdıklarınızı dün gibi hatırlarım mesela.. şimdi yaşanan olaya farklı daha doğru ifade ile sizin sevmediğiniz açıdan bakalım.. sosyal medyanın her mecrasından biscolata erkeklerine güzellemeler yapan ben miydim? sipariş getiren eleman şöyle yakışıklı olsun diye tivitler atan, sipariş getiren erkeklerin ne kadar yakışıklı olduklarını yazan ben miydim? bu sorular böyle uzar gider sıkıntı sizin şaka için yazıklarınızın herkese ulaşıyor olmasında.. evlere sipariş götüren her insan iyi niyetli değil ne yazık ki.. içlerinde aşağılık insanlar da var.. bu aşağılık insanlar yazılanları okuyor ve evlerine sipariş isteyen her kadının bir fantezi yaşadığını kendisinin de çok karizmatik olduğunu düşünüyor.. sonra böyle iğrenç şeyler yaşanıyor.. hadise iğrenç ama bunu yazan islami görüşten biri olunca birden yobaz oluyor.. "seviyorsan git konuş bence"ler havalarda uçuşuyor, izmir'de hoşlandığı insana gidip rahat rahat ondan hoşlanıldığının rahatça söylenildiği güzellemeler yapılıyor ve büyük bir kapı aralanmış oluyor.. ve insan istemeden şunu soruyor soru olarak.. gelen eleman kıvanç tatlıtuğ yakışıklılığında olsaydı acaba yine bir rahatsızlık olur muydu? bir çoğunun bu soruya "tabiki olurdu ne diyorsun sen be gerizekalı şey" dediğini duyar gibiyim ama ortaya kocaman harflerle "YARRAK OLURDU" yazmak istiyorum.. 

birbirinizi her olayda kandırmanızdan, kastığınız duyardan sıkılmadınız mı? başına olay gelen kişi tanıdığınız bir arkadaşınız olunca neden dimağınızın üstüne kocaman bir örtü örtüyorsunuz? yaşanan hadisenin yanlış olduğunda hem fikiriz.. sıkıntının sipariş getiren elemanın ruh hastası olup olmadığının bilinmediğinden yaşanan bir tedirginlik olduğunun da farkındayım ama bir insanı her hangi bir eylem yapmadan bu şekilde linç etmek ne kadar doğru onu da anlayabilmiş değilim.. sıkıntı yaşayan kadın birey hesabını ağır şeyler yazanlar yüzünden kitlediği için öncesinde bir şikayet yapılmış mı bilemiyorum okuyamadım.. ancak yapılması gereken şirket aranarak yaşanan hadise anlatılmalı elemanın uyarılması, böyle bir olaydan kadın bireyin rahatsız olduğu elemana bildirilmeliydi.. böyle bir yaygara elbet koparılsın ama çıkar yol bulunmadığında.. sipariş getiren her eleman potansiyel sapık olarak algındıktan sonra değil.. bir şairin de dediği gibi "ama'dan önce söylediklerinizin bir önemi yoktur"

içinde bulunduğunuz sosyal medya iyi etkileşim getiriyor farkındayım ama şiddete polise nefret kusarken sonra behzat ç'ye çıldırmanız komik duruyor bunu da belirtmeden geçmeyeyim de niye bu kadar tezatlıklar yaşanıyor belki biraz durur düşünürsünüz!

14 Mart 2016 Pazartesi

Yasin Börü'yü Neden Sevmediniz?

İnternet üzerinden insanlarla diyalog kurmam, onların yazıları üzerinden karakter analizleri yapmam üniversite yıllarıma dayanır.. miRc vardı o zamanlar girerdik zurna kanalına "admin isinla" yazar bu parola sayesinde özel kanallara dahil olur muhabbetin dibine vururduk.. sonra msn, derken facebook, en sonunda da twitter girdi hayatımıza.. miRc'ın tadını unutamayanlar için twitter bulunmaz bir nimet olmuştu.. zira aynı miRc'ta ki gibi sahte bir nick ile kendinize sahte bir kişilik edinebiliyor, akraba ve tanıdıklara yakalanmadan doyasıya yazabiliyordunuz artık.. bunları niye anlatıyorum diye soran olur mu bilmem ama soranlar için yanıtlayayım.. çok farklı karakterleri tanıdım ben bu gizli kişilikler sayesinde.. her olaya kafasına göre duyar kasan ama her duyarda da önce insanlık naraları atan yavşaklar mesela tanıdıklarım içinde en ilginç olanlardı.. bunlar sosyal mecralarda kimin haklı kimin haksız olduğuna kanaat getiren, karar veren, yargılayan, kafasına göre linç eden zümreydi.. bu insanların ortak özelliklerinin en belirgini de bu ülke insanının kimlik üzerinde din ibaresinde yazan islama karşı olmalarıydı.. kimlik üzerinde yazmasına dahi tahammülü olmayanların popülerliği kullanarak sosyal mecralarda içini boşalttıkları gençler ile goygoyun dibine vurdukları ve tatmin oldukları yazılarını dünya gerçeği sanmaları zaten her seçimde suratlarına şırrrrrak diye çarpılıyordu.. benim asıl canımı sıkan bunlar değil elbet, Necip Fazıl'ın da dediği gibi "ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın; gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın" dediği gibi onlar olmazsa olmazlar.. mutlaka olacaklar ki biz de diri bir şekilde karşılarında durabilelim.. beni yıkan tanıdım dediğim, bildim dediğim, aynı hüzne gözyaşı akıtıp aynı sevince kahkaha attığım, kardeşim dediğim insanların bu popülerliğin şatafatına katılmaları.. Ankara'da patlayan bombalar sonrası "sizin dininiz batsın, iktidarınız batsın, başkanlığınız batsın" diyen ne idüğü belirsiz bi adamın kim olduğunu sorgulayan birilerine karşı olup kocaman harflerle BENİM! yazmalarıydı canımı acıtan.. 

her ölüm acıtır.. her ölüm ardında kor alevler bırakır.. her ölüm ardında bıraktıklarını mahveder, yaralar, yakar.. ama her ölüm unutulur aileden değilseniz eğer.. ailesinden olmayıp hiç unutmadığınız ölümlere yaklaşımınız o kadar güzel ki insan kıskanmadan edemiyor.. peki Yasin Börü'yü neden hatırlamadınız hiç? Diyarbakır'lı diye mi sevmediniz Yasin'i? oysa siz Diyarbakır'lıları çok severdiniz? babası sakallı diye mi? oysa sizin hacı dedeleriniz de sakallı değil miydi? annesi kapalı diye mi sevmediniz? oysa sizin de ailenizde kapalı olanlar yok muydu? yoksa ismi Kur'an-ı Kerim'de geçiyor diye mi sevmediniz? oysa sizin zenci arkadaşlarınız bile yok muydu? Yasin Börü'yü 16 yaşında namaz kılan beyni yıkanmış bir çocuk olduğu için mi sevmediniz? siz değil miydiniz her cuma cami şakaları yapanlar? kurban eti dağıttığı için hayvan sevginiz kabardığından bu vahşete tahammül edemediğimizden mi sevmediniz Yasin'i? ee arkadaş siz değil miydiniz steakhouse'çunun en kralından çekin yapanlar? Yasin Börü dövülüp, bıçaklanıp, sonra 3. kattan aşşağı atılıp, yetmeyip üzerinden arabayla geçilip, yine yetmeyip üzerine molotof atıldığı için mi sevmediniz? hani ezilen halklar için hiç susturmadığınız diliniz? dilinizdekini yazıya döktüğünüz paylaşımlarınız? hani neredeler? 

bunca zaman belki biri yazar diye bekledim.. o bahsettiğim güruhdan değil be onlar zaten yazmaz, ben benim içimi acıtan kardeşim dediğim adamlardan bahsediyorum.. onları dine sövülen ortamlarda görüyorum, sesleri içlerine kaçmış gibiler.. bazısı ses çıkarıyor ama bir bakıyor takipçisi gidiyor döndürüyor kalbini hemen.. o sevmediği adamlarla bir oluyor beraber oluyor.. dini değerlerine sahip çıkanlar yobaz oluyor birden gözünde, gerçek İslam bu/bu değil şaklabanlığına kapılıyor.. ömrü secde görmemiş adamların din söylemi ile birleşiyor.. Allah'a inanmıyorum diyen adamın sözlerine ooo çok mantıklı diyebiliyor.. yapma arkadaş etme arkadaş ölüm diye kocaman bir gerçek var.. hadi onlar inat etti inanmadı sana ne oluyor sen kendine gel bari! biliyorum boş bir vaveyla benimkisi.. içinde bulunduğun cenneti terkedip cehenneme gelecek değilsin tabiki.. popülerlik pohpohlanma ne güzel şeyler oysa.. Allah sevmese de olur takipçilerin sevse olur değil mi? ne diyeyim Allah çarşını pazar etsin.. umarım yanılan sen değil benimdir de Allah tez vakitte bana akıl fikir verir.!

Yasin Börü'yü neden sevmediniz bilmiyorum ama inşallah beni de o sebeplerden sevmezsiniz..


22 Şubat 2016 Pazartesi

aynaya bakmamak!

günlerdir sosyal medyada tecavüze uğramış bir genç kızın bu utanca dayanamayıp intihar etmesi sonucu yazılanları okuyorum.. yazılanların nerdeyse tamamı sonuca odaklanmış böyle bir şeyin nasıl olduğunu sorgular nitelikteydi.. mikro saniyeler sonra da bu sorguya kendi iç dünyaları ve dünya görüşleri ile cevaplar veriyor kendileri dışında herkesi suçluyorlardı.. bu sonucun oluşmasını sorgulayanların dahi suçladıkları birşeyler vardı.. yanı başlarında cereyan eden olaylara bu kadar kör olmaları mıydı cehaletleri yoksa kendileri de öyle olduklarından dolayı olası bir suçlamayı bertaraf etmek için bir kurguyu mu yaşıyorlardı açıkçası emin değilim.. yazının bundan sonrası için terbiyemi koruyamayacağım için okumaya devam edenlere şimdiden özür dilerim..

sosyal medyada duyar kasanların hiç birinin yazdıklarına inanmıyorum.. zira yazanların ya kendileri yada çok yakın arkadaşları bu olayın zaten bir şekilde müsebbibi.. nasıl mı? başlıyoruz.. bulduğu her deliğe girmek için yapmadığı yavşaklık kalmayanların kadınlara karşı duyarlı olması falan kocaman bir yalan da ondan.. aslında bu işin daha da derinlerine inmek lazım mevzuyu daha iyi anlayabilmek için.. içinde bulunduğumuz toplumun yapısı -elit yada avam tabaka olması durumu değiştirmiyor- seks hikayelerini uluorta bir övünç meselesi gibi anlatanlarla dolu.. bir abinin çok sevdiğim lafında dediği gibi "deli ünlü birisi ise renkli bir kişiliği var oluyor" arif olana uzatmaya gerek yok ama ne yazık ki toplumumuz okumuşu da dahil olmak üzere gerizekalılardan oluştuğu için tıpkı bir mala anlatır gibi teker teker anlatıcam.. evet dediğimiz gibi seks hayatının anlatılması şu kadar kadınla birlikte oldum demeler falan övünülecek birşeydir erkekler için.. hatta milli olmak diye de bir tabir vardır bilen bilir bilmeyen de bi zahmet öğrensin onu da anlatmayalım.. bu seks hayatını ballandıra ballandıra anlatanlar dinleyenlere taktik bile verirler işte şu kız modeli şöyle motordur bu kız modeli böyle bilmem nedir diye.. bunların üzerine bir de porno filmlerde istediğine anında ulaşılması bazı insanlarda ne yazık ki gördüğü her kadına kolay bir şekilde ulaşabileceğini sanması ile son bulur.. benim cinsel aletim şu kadar büyük bu kadar uzun demeler defalarca kez ereksiyon olabildiğini iddia etmeler erkekler arasında konuşulan sıradan şeyler artık.. ulan hepsini siktir et bu hikayelerin yazılıp yayınlandığı gazete köşesi var bu ülkede.. her kahvede bulunan bu gazeteleri okuyan biraz da cahil insanları düşünmeye çabalayın.. olay vuku bulduktan sonra nefret kusmak bişeyler anlatmak nerden bakarsanız bakın yavşaklığın dik alalığıdır.. mesele bu olayların bu şekilde sonuçlanmasına giden yolları tıkamaktır.. buna çözüm olarak da entellerimizin bulduğu çözümler ise üç yaşında çocuğun söyleyeceği şeylerden ibaret ne yazık ki.. kendini düzeltmeyi bırakıp başkalarını düzeltmek için adeta çırpınanları gördükçe bi adım dahi öteye gidemeyeceğimizi görmek de kahinlik değil ne yazık ki.. tecavüz bir ülke değil dünya gerçeğidir.. aptal aptal yazan konuşanların ütopik hayallerinin olduğu bir dünya ülkesi yok, hiçbir zaman da olmadı asla da olmayacak.. büyük bir bokun içinde yaşayanların insanları suçladığı eleştirdiği beğenmediği bir ülkede yaşıyoruz.. lütfen şöyle bir başımızı kaldırıp sağımıza solumuza bakalım.. bi yerden atlarken kıçındaki kapak şeklindeki kuyruğu kalkınca ona götü gözüktü diye gülen keçi gibi olduğumuzu götümüzün hep açıkta olduğunu unutmayalım.. birbirimizin ayıplarını aramak için bu kadar gayret ederken kendi ayıplarımızın farkına varalım.. varalım ki bilmediğimiz tanımadığımız insanlar için genelleyici yorumlardan kaçınalım.. 

bunları yaptığınızda belki hoşaf soğuttunuz insanlar sizi çok güzel biri olarak görüyor olabilir ama benim baktığım pencereden dev bir gerizekalı gibi gözüküyorsunuz.. son bir sözüm de yaşanan her utanç verici hadiseden sonra ortaya çıkıp erkekliğinden iğrendiğini yazanlara; o heryere sokmaktan büyük bir keyif aldığınız cinsel organlarınızı kesip kendi bedeninizde bulunan müsait yerlere yerleştirin.. yerleştirin ki siz ve sizin gibilerin oluşturduğu bu ortam biraz rahat nefes alsın.! 

13 Nisan 2015 Pazartesi

üç tas has hoşaf..

cümleye nasıl başlayayım diye epey düşündüm ve sonunda cümleye nasıl başlamam gerektiği hakkında en ufak bir fikre sahip olmadığımı farkettim sonra bunu belirtmemin yazıya yav başladın işte burdan devam et deme şekli olduğunu özümsedim.. evet artık yazının içindeydim istediklerimi burdan sonra bir yere bağlamayı umut ediyorum.. 

yine bir şeylere takıldım.. aklımı kurcaladı, kısa kısa bunları ifade edemeyeceğimden o kadar emindim ki dur bi yazı yazayım hissi hasıl oldu bende.. sosyal medyayı bir şekilde her yönüyle kullanamaya gayret eden bir kişiyim.. çoğunlukla da kendimle aynı fikirde olmayan kişileri takip edip acaba bu olaya onların bakışı nedir diye de özellikle okuduğum olmuştur.. en aktif kullandığım mecra Twitter.. 2009 yılından beri oradayım fenomen olamadım ama çok fenomen tanıdım.. takipçi sayısının kişiliklere yaptığı değişimleri de bizzat gözlemledim.. neyse konumuz başka.. konumuz gelenekselleşen Türkiye seçimlerinde insanlarımızın takındığı tavırlar.. 

CHP yetenek sizsiniz sayesinde şöhreti katlanan Ali Taran ile bir reklam anlaşması imzalamış.. onlar da milletçe alkışlıyoruz diye göze hoş gelen ancak yine hoşaf soğutmanın ötesine geçememiş bir olaya imza atmışlar.. herkesi kucakladıklarını iddia ederek reklamda her kesimden insanı temsil eden kişi figürlerini oynatmışlar.. her fırsatta aşağıladıkları (hatta bundan kendileri de rahatsız olmalı ki parti üst düzey yöneticilerinden birisi geçenlerde lütfen kırıcı olmayan ifadeler kullanalım diye kendi seçmenlerini uyardı) fakir, varoş, köylü kesim de kendine yer bulmuş reklamda.. reklamcı olmadığım için yapılan işin başarılı yada başarısız olduğunu söyleyemem elbette ama bir seçmen olarak içinin boş olduğunu ve hoşaf soğutmanın ötesine geçmediğini belirtmek isterim.. (bak bak hükümeti ne yaladım kesin yandaşım ben) sekiz mi dokuz mu ne seçim kaybetti CHP bugüne kadar hepsinde de başarılı olduklarını iddia ettiler.. eyvallah.. şöyle kabataslak ayırt edersek %50'nin dışında oldukları için dualar edip marşlar okudular sevinç çığlıkları ile göğü dövdüler.. karşı oldukları partiye oy veren %50'yi hep aşşağıladılar aşşağılamaya da her fırsatta devam edecekler.. işte bu yüzden bir de parantez dışında yazayım kendi partilerinin üst düzey yöneticilerinden birisi oy isterken kırıcı kelimelerden kaçının telkinin de bulundu.. ama bu kadar seçimi birlikte yaşadığımız arkadaşlar CHP'nin ne kadar başarılı bir seçim politikası yürüttüğünü iddia ediyor ve seviniyor.. seçim sonucunda da böyle sevinçli olurlar diyerek başarılar dilerim.. Kemal Kılıçdaroğlu sivri dilli yazarları ile nam yapmış ekşi sözlükte soru cevap yapacağını söylerken bile kucaklayıcı bir dil yerine bölücü bir dili tercih etti.. (bak bak hükümet yalamaya tam gaz devam) Davutoğlu duymasın derken bile seviniyor bunun bir başarı olduğunu sanıyor.. demesi gereken bizim yaptığımızı tüm siyasi partiler yapmalı gençlere kulak vermeli.. neyse yine de gençleri en iyi o anlıyor.. zira kundaktaki torununu SSK'lı yapacak kadar seviyor gençleri.. neden o %50'yi ben alamadım diye kendisine soru sormuyor da oylarımızı çaldılar diyor utanmadan sıkılmadan yoksa tek başına iktidar onlarındı bir gasp söz konusu.. 

hala oylar çalınıyor diye iddia eden varsa böyle bi olay gerçekten olsa sizce CHP tüm delillerini ispatlarını çarşaf çarşaf kendine destek veren kanallarda deklare etmez miydi sanıyorsunuz? cidden bu kadar mı hiç birşeyden haberiniz yok lan? idrakınız tuttuğunuz parti olunca kapanıyor mu? neden suçlamaların sadece halk seviyesinde kaldığını sanıyorsunuz? elinde en ufak bir belge olsa CHP'nin yeri göğü inleteceğinden şüpheniz mi var? varsa hala neden bu partinin peşindesiniz? 

anlamayanlar için seçim sürecini yazayım.. partiler sandıklara temsilcilerini gönderirler, sandıklar açıldığında sayılan oylar seçime katılan tüm partilere mazbata şeklinde mühürlü bir şekilde verilir.. onlar da o belgeleri partilerine götürürler.. seçim sonuçlarında bi anormallik olursa o belgelerle itiraz edilir.. ben şu kadar oy almışım siz bu kadar yazdınız diye.. yıllardır ben bu şekilde itiraz edenini hiç görmedim ama şehir efsanesi gibi oylarımız şurdaki çöpten çıktı diye söylenir durur.. kimsenin inancına karışacak halimiz yok tabi oylarının çalındığına inanana da saygımız olmasa da tahammülümüz var.. kendi gibi düşünenlerle hoşaf soğutmaya devam etsin.. 

ne anlatıyoduk; he CHP'nin muazzam reklam kampanyasını anlatıyorduk.. o kadar muazzam bi işe imza atılmış ki başını sosyal mecralardan ve kendisi gibi düşünen insanlardan kurulu dost meclislerinden kaldırmayan arkadaşlar bu işe ne kadar sevindiklerini anlatmakta güçlük çekiyordu.. bu sefer kesindi oy rekoru kıracaklardı.. peki o hiç sevmedikleri hüloğcu diye her fırsatta dalga geçtikleri kitleye ne kadar dokunabilmişlerdi? bana sorarsanız hiç.. bi kere reklamda bahsettikleri hiçbirşeyi yapmadığını düşündükleri bir hükümet ve o hükümeti kuran bir parti var ki her seçimde istikrarlı bir şekilde oy vermeye devam etmişler.. yani sen o kitleye hiç dokunamamış onları inandıramamışsın.. o kadar güvendiğin aha şimdi iplerini çektik rezil rüsvağ ettik dediğin zaman bile seçimi kaybetmişsin.. bazen öyle şeyler yazmışsın öyle şeyler söylemişsin ki adamlar senin haklı olduğun konularda bile sana destek vermemiş.. işte asıl sorgulaman gereken bu canım arkadaşım.. 

arada bir sokaklara çıkın ama gerçek sokaklara.. öyle bayramlıklarını giymiş gibi kendisinden başka birisi gibi davranan kalabalıkların oluşturduğu sokaklara değil.. açlık çeken yokluk çeken insanların olduğu sokaklara.. dünya sizin gördüğünüz pencerelerden başka pencereleri de barındırır.. siz pencerenizden bakılmasına müsaade etmeyip sonra da benim gördüklerimi görmüyorlar diye insanlara kızan, aşşağılayan, hâkir ve hor gören insanlarsınız ki başkalarından önce kendinizi değiştirin.. belki o zaman o çok istediğiniz koltuklara ulaşabilirsiniz.. (ulan ne yaladım be)

29 Ocak 2015 Perşembe

burger king'de dayak yiyen çocuk

biraz önce burger king'de arta kalan patatesleri almak isterken işletme müdürü tarafından tokatlanan suriyeli çocuğun videosunu izledim.. o günden bu yana yazılanların da çoğunu okumuştum hepsi mıh gibi aklımdaydı.. sonra imam-ı şâfî'nin de dediği gibi "kanaat kınınından bir kılıç çekip keskin tarafıyla insanlardan ümitlerimi kestim"

internet ortamında duyar kasıp gerçek hayatında kendisinden daha alt tabakadan olanlara nefret kusan güruhun insanlık dersi vermesinden, hak sormasından, birilerini suçlamasından hep nefret ettim.. nefret etmeye ve bunu dilimin döndüğünce herkese anlatmaya devam edeceğim.. bir kere şunu açıklığa kavuşturayım orda o çocuğa atılan tokadın sahibi o işletme müdürü değil sensin arkadaşım.. evet bizatihi sensin.. gittiğin mekanlara gelen dilencilere göstermiş olduğun alaka, yazın görüntüsünden tiksindiğin evsizlere kışın belediyenin telefon numaralarını paylaşarak yardım ettim görüntüsü vermen falan beni bu düşüncelere yönelten başlıca sebepler.. ben kendi adıma söyliyeyim fast food zincirlerini sıkça kullanan birisiyim ve orda yemek yerken birisinin gelip gözümün içine bakarak benden bişeyler istemesinden rahatsız oluyorum.. bunu bir tık öteye götürüp işletme müdürü ve personeline bu insanları nasıl içeri alırsınız diye kızanlara da şahit oldum.. videoyu izlerken zaten bunu daha iyi anlıyorsunuz.. o fast food mağazasında yaşanan olaya sadece bir kadının tepki vermesi, hemen yanı başında cereyan eden olaya tepkisiz kalan masada yemek yiyen insanlara neden bişey demiyorsunuz diye çıkışması da yazdıklarımı haklı çıkaracak sebeplerden birisi.. 

o işletme müdürü sırf sana daha iyi gözükebilmek, sırf sen daha iyi hizmet alıyorsun izlenimi vermek için atıyor o tokadı.. çünkü sen oralarda durumu olmayan insanlara tahammül dahi edemiyorsun.. bi kaç yıl oldu şişli'de bir amca belediyenin ona tahsis ettiği kulübesinde soğuktan donarak vefat etmişti.. o gün yazılanlar da mıh gibi aklımda.. hergün önünden geçtiğini söyleyip adeta oranın sembolü haline geldiğini söyleyenlerin hiçbiri o amcanın adını bilmiyordu.. sorma hissi dahi uyanmamıştı hiçbirinde ama çıkardıkları vâveylâ yeri göğü inletiyor içlerinde popüler olan kişiler o vâveylâları dolayısıyla alkışlanıyordu.. inanın o çocuğun yediği tokada önce küfredip sonra suriyeli olduğunu öğrenince iyi olmuş diyenleriniz bile olmuştur.. çünkü onların hemen hergün bi şekilde karşınıza çıkmasından rahatsız oluyorsunuz.. dünyayı da ikiye böldünüz sevdikleriniz ve sevmedikleriniz diye.. istediğiniz arzuladığınız özgürlük ve insanca yaşamı da sadece sevdikleriniz için istiyorsunuz.. 

Aristo'nun da dediği gibi; "iyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.."

12 Ağustos 2014 Salı

ölümler

şairin de dediği gibi; ölümler çıplak gelir, geceyi indirir yavaşça gözlerime, senden geçmek kolay değil falan filan.. yine bir ünlü ölmüş, sosyal medya yıkılıyor kısa cümlelerle derdimi anlatamayacağımı hissettim ki, dur bi uzun yazı yazayım dedim kendi kendime.. olur ya belki yanlışlıkla da olsa bi okuyan falan olur.. 

ünlü ünsüz çok önemli değil tabi önemli olan insandır fikrinden yola çıkmayı isterdim ama ölen ünlü olunca da verilen tepkiler bambaşka oluyor.. kafadan şunu belirteyim bir ölümle dalga geçmek onu ti'ye almak en aşşağılık eylemlerden birisidir gözümde.. zaten benim genelde denk geldiklerim de ölümlere verilen tepkilere karşı bazılarının takındığı şakalı komikli (ki çoğu komik bile değil) tavırsal davranışlar.. fikir ve düşünce özgürlüğü bla bla diyip ona da bi kılıf bulunabilir gerçi.. 

neyse efendim gelelim mevzumuza.. ünlü bir şahsiyet ölmüş isim vermenin çok lüzumu yok aslında ama verilen sosyal medya tepkisi genelde hep aynı oluyor.. "o nasıl ölür yaaaa ölmemeliydi" abicim ölüm de yaşam gibi bi gerçek, hızlı koşarsam kaçarım gibi bi mevzu değil.. zaten şu tepkiyi verdiğin adam/kadın sana bu sevgiyi kazandıracak bi sürü eser bırakmış arkasında.. yani bu saatten sonra bi film çekse izlemezsin, albüm çıkarsa belki de eskiden sesi daha güzeldi diye alıp dinlemezsin.. yani adamı bu kadar seviyorsan alırsın albümünü yada ne bileyim filmini defalarca kez izlersin.. yani öyle bir tepkiler veriliyor ki adam dünyanın en çaresiz hastalığına çözüm bulmak üzereyken öldü sanılır.. yok abi adam kazandı kazandığını yedi gördü görüştü sonra da öldü buna bu kadar şaşırmanın hayret etmemin hatta abartıp isyan etmenin bi anlamı yok.. tabi yine de istediğin gibi tepki vermek gibi bi lüksün ve özgürlüğün var ama bunu bize siz niye üzülüp şaşırmıyorsunuz lan şerefsiz haysiyetsizler diyerek söyleme özgürlüğün yok.. adamın annesi ölmüş, babası ölmüş, dedesi ölmüş, amcası halası dayısı arkadaşı vesair bi sürü tanıdığı göçmüş bu alemden inan zerre kadar şaşırmıyor onlar.. he ünlü bir şahsiyetin garip ölümü üzerine bir çıkarım yap hislerini duygularını anlat eyvallah.. ama bu yapmacık tavrı bir an önce terket.. sözüm tabi ki ünlü şahsiyetleri çok seven insanlara değil.. ama yine de sevdiğin ünlü 100 yaşına gelmiş hayatta kalınca sana ne faydası var onu da anlamış değilim.. başlarda da dediğim gibi adam dimağında onu ölümsüz kılan eserler bırakmış sana.. adamı rahat bırak hayatını yaşasın ve ölsün.. 

son olarak demem o ki; ölen bir kişi için ardından söylenecek çok da fazla cümle yoktur aslında, en güzellerinden birisi de şudur: "ölen adam iyiyse kurtuldu, yok iyi değilse eğer biz ondan kurtulduk"

yine de son defa; tüm ölmüşlerinizin ruhuna EL - FATİHA!

20 Temmuz 2014 Pazar

oruç güzellemesi..

twitter'da bir arkadaşım "oruç tutmanın vücuda nasıl bir faydası var anlam veremiyorum, diyetisyenler ara öğünler çok önemli derken nasıl oluyor da iki öğün yemek yemeği överler anlamıyorum" diye yazmış.. kendisine bi saat mention atmaktansa bir yazı yazmayı onun dışında olur da okuyan olursa bazı şeyleri öğrensin istedim.. 

ilk olarak oruç bütün bir ömür boyunca tutulan birşey değildir.. senenin oniki (rakamla 12) ayından sadece bir (rakamla 1) ayında tutulan bir ibadet şeklidir.. islam inancı ile sınırlı olduğu düşünülse de ufak bir araştırma ile bir çok inançta olduğu görülecektir.. oruç 11 ay boyunca yediğimiz yemeklerle yüklendiğimiz vücudumuzu bir şekilde dinlendirme ibadetidir.. ötesinde, gün içerisinde gözünün önünde olsa dahi ulaşamadığı yiyecekler vasıtası ile ömrünü yokluk içinde geçiren insanları anlama ve idrak ibadetidir.. uygulama safhasında lüks ve şaşalı sofralarda yapılan iftar ve sahur yemekleri bu ibadete değil bu sofralarda bulunanlara gölge düşürür.. kötünün sürekli örnek alındığı günümüz dünyasında sayıları azalsa da iyileri örnek almak daha sağlıklı olacaktır.. bununla birlikte iftar ve sahur sofralarında yapılan her türlü gereksiz ve lüks tüketimde sizinle beraberim.. en çok eleştirenlerden birisi de benim.. 

diğer bir konu olarak bilmediğinizi varsaydığım bir durumu açıklamak isterim.. istisnalar dışında hiç kimse iftar sofrasında kıtlıktan çıkmış gibi yemek yemez, yiyemez.. maddenin tabiatına aykırı bir durumdur bu.. oruç tutan arkadaşlarınıza sorun çoğu zaman içilen çorbadan sonra vücut birşeyler yemeği istemez.. buna rağmen gün içerisinde yiyemediği şeyleri yeme isteği ile bir zorlama içerisine girildiğinden, her yerde off şiştim, hayvan gibi yedim gibi sözleri işitirsiniz.. daha iyi idrak edebilmek için bir gün dahi olsa oruç tutmanızı tavsiye ederim.. anlattıklarımı kendiniz test ederseniz daha isabetli bir yorum yapma içine girebilirsiniz.. 

evet bir çok yanlış yapılan şey vardır haklısınız ancak bunu bir genelleme içine sokmak size karşı olan insanların da size karşı bilmediği şeyler hakkında bir genelleme içine girmesine kapı açacaktır.. bilmediğimiz şeylere karşı olan bu anlamsız düşmanlığı bırakabilmek, birbirimizi dinleyip anlayabilmek, anlattıklarımızı kabul etmesekte fikirlerimize ve inançlarımıza tahammül edebilmek temennisi ile.. 

dipnot: herşeyin ötesinde şunu da belirtmek isterim ki; oruç ibadeti Allah'ın farz ettiği bir ibadettir.. kendi adıma söylemeliyim ki Allah bana birşeyi emrettiyse benim bunu reddetmem yada sorgulamam gibi bir durum söz konusu dahi değildir.. he sen muazzam ve harikulade bir zeka seviyesine sahip olduğun için sorgulayabilip kabul etmeme özgürlüğüne sahipsin.. benim görevim bunu sana iletmektir ki (kendi inancıma göre) hesap günü vay ben duymadım bu biliyodu da bana söylemedi bütün suç bunundur olayına maruz kalmamaktır.. 

selametle..

9 Temmuz 2014 Çarşamba

kıpırdama polis..

polis teşkilatı.. kuruluşu içinde bulunduğumuz cumhuriyetten bile eski.. kuruluş amacı kanunlar çerçevesinde halkın emniyetini garanti altına almak.. peki öyle mi? son günlerde Diyarbakır'da olduğu iddia edilen ve polislerin yaşları 6 ile 10 arasında değişen 3 kız kardeşe cinsel istismarda bulunduğu haberleri dönüyor sosyal medyada.. gerçek olmaması için dua ediyorum.. zira yalan bile olsa söylemi bile kan donduran cinsten bir hadise.. insan nasıl olur diye düşünüyor ve sıkıntıdan terlemeye başlıyor.. düşünürken bizim yaşadığımız çaresizliği yaşayanların dilinden empati yoluyla anlamak bile mümkün değil..

diyarbakır'da yaşanan vahim olay hakkında yazmak istemiyorum.. Allah içinde bulunduğumuz şu günlerde olaya dahli bulunan herkesin tez zamanda belasını versin.. ben polislerle yaşadığım şahit olduğum bir kaç mevzuyu yazmak istiyorum.. neden böyleler, kendi insanlarına karşı bu anlamsız tavırları neden var anlamak güç.. 

bir semt sakini olarak açtım gözlerimi dünyaya.. bizim oraların vukuatları çok olduğundan polisle tanışıklığımız eskilere dayanır.. hatırlayanınız var mı bilmem infaz denilen sivil polis arabaları geçerdi sokağımızdan.. plakaları mıh gibi aklımızdaydı hepimizin.. genellikle kahvelere gelir günlük haraçlarını alır giderlerdi.. tüm polis camiasını genelleyemem ama genel bi sıkıntı söz konusu orda.. 

10 seneden fazla oldu arkadaş babasının arabasına kolon takmak istiyor.. o zamanlar tesisatlı arabalar varoş semtlerin vazgeçilmezi.. başımıza kimse toplanmasın diye de iki sokak aşşağı gidiyorlar.. kadının biri bunları görüyor arabayı soyduklarını sanıyor hemen telefon.. polis sağolsun hemen geliyor ama ne geliş.. 4 tane ekip arabası onlarca polis baskın düzenliyorlar, kelepçeleyip karakola götürüyorlar.. komiser bunlara arabayı nerden çaldınız diye soruyor.. ilk soru bu isim soyisim kimsin nesin necisin yok direkt hırsız damgası.. babamın diyor içlerinden birisi.. 15-20dk arabayı soruyor komiser.. arkadaş diyor ki, bi ara babamın arabasını çaldığıma ikna oldum.. sonra teyibi nerden çaldınız, kolonu nerden çaldınız vs vs hatta komiser abartıp ayaklarındaki botları bile sormuş nerden çaldınız diye.. 

yıllar sonra daha 7-8 ay önce anneme polis arabası çarptı.. çok şükür sadece omzundaki köprücük kemiği kırıldı.. bilenler için söylüyorum polis aracının çarptığı yer haseki hastanesinin önü.. yaya geçidinde ışığı bekliyormuş annem.. yol yaya geçidi olduğu için ışığı bile beklemesine gerek yok ya ülkemizde bunu umursayan yok tabi.. neyse polis kuvvetle muhtemel tramvay yolundan geliyor.. kuvvetle muhtemel diyorum kazadan sonra aracı hemen yok ediyorlar.. tek bi mobese kaydı da yokmuş.. polis rapor tutuyor annem aksaray yusufpaşa'daki üst geçidin altından geçmeye çalışıyor diye.. böyle kansız bir orospu çocukluğuna imza atıyorlar.. haseki hastanesi önünde kaza oluyor ama kaldırıp çapa hastanesine götürüyorlar.. yine kuvvetle muhtemel kendi devreleri görevli orda istedikleri gibi at koşturabilecekler.. 

bu olaydan bi kaç hafta sonra iki arkadaşımı kadir has üniversitesi önünde rutin bir kimlik kontrolü için durduruyorlar.. arkadaşlar memur bey biraz işe geç kaldık kimliklerimizi kontrol etseniz de gitsek diyor.. vay sen misin bize işimizi öğreten diyip araçtan indiriyorlar sonra da yere yatırıp kelepçelemek istiyorlar.. arkadaşlar da direniyor yere yatıramıyorlar.. hırpaladıkları arkadaşlarımı suçlu gösterebilmek için birisi tırnaklarıyla boğazını çiziyor.. 

bi başka arkadaşım denetimli serbestlikle içerden çıktı.. eski hayatından gram yok.. yaptığı herşeye pişman.. denetimli serbestlikte belirli günler imza vermesi lazım karakola.. bazı polislerin kendisine zorluk çıkardığını anlatıyordu.. kalem vermiyorlarmış imza atmak için.. her gittiğinde bi kalem götürüp orda bırakıyor o da.. bunun gibi türlü türlü sıkıntılar.. dün televizyonda şahit oldum adamın biri silahı kafasına dayayıp karakol basıyor.. aynı durum denetimli serbestlikten yararlanmış ve bi polis memuru sürekli sıkıntı çıkarmış adama.. en son imzalayacağı evrak kalmadı diyince adam zıvanadan çıkmış.. bi imza çok önemli adam için.. belki de o atamadığı imza yüzünden hapse dönücek.. ama polisin zerre umrunda değil.. yaptığı kahpeliği belki arkadaş ortamında gururla anlatıyordur.. 

buna benzer belki bundan daha berbat hikayeleri vardır herkesin polisle alakalı.. yine de genellemek istemiyorum tüm teşkilatı mutlaka iyi güzel insanlar vardır.. ama nedense biz denk gelemiyoruz onlara.. belki de biz kötüyüz.. bu teşkilatın kendine bir çeki düzen verme zamanı geldi de geçiyor bile.. he unutmadan söyliyeyim polis arkadaşlarım da var benim.. sohbet ederken soruyorum neden bu küçük dağları ben yarattım olayı var sizde diye.. anlatıyor bir zaman bu evreden hepimiz geçiyoruz diye.. ama ben inanıyorum o da dışarıda aynı şekilde davranıyor insanlara.. yaşları 18'le 25 arası değişen dünyadan bi haber insanların beline silah eline de yetki verirsen bu yaşadıklarımız hep olacak gibi.. büyük testlerden, teferruatlı imtihanlardan ve psikolojik derslerden geçmeden bu sektöre girmek büyük sakınca bana göre.. ne yazık ki ülkemiz ihtiyaçtan herkesin polis olabildiği bir çöplüğe dönüştü.. 

bu kadar şeye isyan edip peşimizden gelen nesli adam gibi yetiştiremezsek de herkes oturup düşünsün ve yaşadıklarına ses etmesin.. çünkü alışmış kudurmuştan beterdir..