10 Ocak 2012 Salı

Otobüs..

evden her sabah erken çıkacağıma yeminler içerek, 'lan olm bu sefer işe geç kalmayacaksın' diye kendimin dahi inanmadığı sözleri vererek günlerimi noktalarım.. sabah erken saatte henüz karga bokuyla cebelleşiyorken uyanır, yatağın içinde telefonumla sosyal platformlara dalar, facebook'ta istem dışı eklendiğim sayfalardan gelen mesajlara 'acaba güzel bi kız bişey mi yazdı?' diye heyecanlanır; sonra aklıma gelen en nadide küfürleri bir bir sıralarım.. twitter'da hiç mention gelmiş mi? hiç retweet almışmıyım? diye bakınır, followers kişilerimden beni silenlere bakar 'sizin de amınıza koyim lan siktirin gidin saçma salak burç yorumları yapan beyni alınmış öküz karıların hesaplarını takip edin, tabi yazdıklarım zorunuza gitti dimi' diye kendimi avutur sonra teknolojinin tüm nimetlerini bünyesinde barındıran telefonumun içersinde bulunan applicationların güncellemeleri var mı diye kontrol eder, hiç geçemediğim oyunların bölümlerini 'lan sabah sabah libido tavan, ereksiyon da doruklarda belki bu sefer geçerim' düşüncesiyle oynar hemen yutulur küfürler ederek kapar ve saatime bakarım.. kısır gibi görünen bu karmaşık döngü nerdeyse her sabah aynı şekilde devam eder.. sonra geç kaldığımı farkettiğim anlar başlar.. 'ananı skim yine geç kaldım' diyerek elime ne geçerse giyer sokağa fırlarım.. ola ki renk seçeneğini tam yapamamış, alakasız giyinmiş birisi ile karşılaşırsanız; boyu sizden uzun ve de kalıplı biriyse gülmeyin; kuvvetle muhtemel o kişi benimdir ve de çok pis döverim..

evden dışarı çıkar, önce sağıma sonra soluma öyle bir bakarım ki gören beni trafik kurallarına çok uyan birisi sanır.. alakası yok tabi.. amacım mahallenin olası gözden kaçmış yüzüne bakmağa doyulmayacak kadar güzel kızlarının varlığını tespit edebilmektir.. ne mümkündür ki her sabah aynı hüsran ile yüzleşir, beni amansız ve zamansız bir lojman griliğine sürükleyecek otobüsün yolunu tutarım.. yol güzergahında tek bir gülen yüz hatta siktir et tek bir kız dahi olmaz.. ama otobüs durağında hep aynı kalabalık beni bekler gibi öylece durur.. yıllardır aynı duraktan otobüse binmemize rağmen tek bir cümle sohbet etmişliğimiz de yoktur hiç biriyle.. zaten ben öyle bir zamanlama ile gelirim ki durağa, benim köşeyi dönmemle otobüsün ters istikamette ki köşeyi dönmesi aynı zaman dilimi içine hapsolur.. belden, çevik ve kıvrak hareketlerle orda bekleşen kalabalığa feyk atar otobüse bir şekilde herkesten önce binerim.. bunu da şuan durağı kullanmayan yavşak bir çocuktan öğrendim.. ne yaptıysam ne ettiysem o çocuktan önce otobüse hiç binemedim.. lan ama dur yalan olmasın bir keresinde binmiş onda da ben mal gibi ayakta kalmış o çocuk laaaaps diye oturmuştu boşalan koltuğa.. o günden sonra da hiç bulaşmadım ona; önde bile olsam buyur bilader geç diye yer verdim.. sabrettim, sabrettim ve sabrederek sabretmeye devam ettim.. biliyordum ki sıra mutlaka bana da gelecekti.. neyse uzatmayayım; otobüsün içi tecavüze yeni uğramış ve yataktan zorla kaldırılmış insan yığınları ile dolu olur her sabah.. ama sonraları farkına vardım ki hepsi bir yalanın, dümenin eseriymiş.. sonraki duraklarda binen yaşlı insanlara yer vermeme adına yapılan yavşaklıklarmış hepsi.. bazen insan 'lan arkadaş bu saatte de ne işiniz var, psikopatmısınız ya bi saat sonra çıksananız dışarı, iş saatini mi buldunuz' demeden edemiyor.. işte ben de o anlarda kulaklığımı cebimden çıkarır daha önceden karışmaması için lastikle doladığım kulaklığı hiç karıştırmadan bir seferde açar, telefonuma takar ve müziğin ritmine kendimi daldırırım.. bu yer verme mevzusunda daha önceden yer verdiğim yaşlıların iki durak sonra indiklerini yerlerini de sığır sığır insanlara verdiklerini belirtmeden geçmeyeyim.. sonra bana lan göt utanmıyormusun niye yer vermiyosun diye hayıflanmayın.. yada hayıflanın amına koyim lan bana ne.. neyse ben müzik dinlerken mütemadiyen otobüste sesten rahatsız olan bir denyo muhakkak beni bulur.. ben kulaklığımla zor duyarken sen otobüsün hayvan gibi motor sesinden sektirip benim kulaklarımdan sızan müziği nasıl duydun der gibi bakar 'buyur bilader' diyerek elemanda hafif bir tırsma belirtisi uyandırırım.. o da bana müziği az kısabilirmisin der bende 'tabi kısarım neden kısmayayım' diyerek elimle sanki müziğin sesini kısıyormuş gibi yapar ama asla müziğin sesini kısmam.. o bişeyleri başarmış olmanın verdiği gurur ile sevinirken ben üzerime takındığım yavşaklıkla müziğin ritmine daha da kapılır isyankar bir moda bürünürüm.. sonra otobüs içinde ceylan gibi, bıldırcın gibi kızları seyre dalar 'vay babağun kemüğüne ne de güzel gızmış' diyerek gözlemlerime yoğunlaşırım..

otobüslerin olmazsa olmazlarından birisi de ters koltukta seyahat edemeyen yaşlı teyzelerdir.. onların karekteristik özellikleri ters koltukta gidemediğini belli edercesine hareket etmeleri ama asla da koltuğu terketmemeleridir.. hiçte eksik olmazlar her durakta onlardan en az bir tanesi otobüse biner.. ve her durakta mutlaka oturması gerekir bir edayla otobüse binen, İngiliz kraliyet mensubu bir prenses aymazlığını üzerinde barındıran, çoğu zaman çakma çanta ve ayakkabıları ile kendisinde bir uluviyet hisseden kızlar; onlar benim neşe kaynaklarımdır.. onların yüzlerinde kalabalıktan oluşan ifadeleri görmenizi isterim..

aslında hayatın ta kendisidir otobüsler.. inenler binenler her kesimden insan profilleri ile doludur.. kimisi mecbur olduğu için hergün; kimisi bir mesafeyi kat etmek için o an otobüsü tercih ederek farklı bir hayatın keşmekeşine karışırlar.. yazın sıcaktan bunalıp cam açanlarla, o camdan gelen rüzgardan rahatsız olup camı kapattırmak isteyenler; kışın kaloriferden rahatsız olup cam açanlarla o camdan gelen soğuktan rahatsız olup camı kapattırmak isteyenler aynı otobüsün insanlarıdır.. ve bu döngü otobüs ve insan var olduğu müddetçe devam edecektir..

hem yazın hem kışın guinness rekorlar kitabına rekor denemesi yaptırıyormuş gibi otobüsleri hınca hınç dolduran şöförler de ayrı bir parantez açılarak incelenmelidir.. hiç unutmam bir seferinde otobüs o kadar kalabalık olmuştu ki şöför bile bi müddet ayakta gitmek zorunda kalmıştı.. yine bir seferinde şöför 'arkalara ilerleyelim arkadaşlar' demiş bende tüm hayvanlığımı sergilercesine 'abi üst kat kapaklarını açta biz üst kata çıkalım böyle olmayacak' diyerek herkesi güldürmüş adamı da rezil rüsva etmiştim..

otobüsün olmazsa olmazlarından birisi de entel dantel kesimidir.. hayvani ebatlardaki kitapları, kemik çerçeveli gözlükleri, ekose desenli fularları, kulağında kulaklıkları ile hep otobüs koltuklarını işgal ederler.. hiç kimseye de yer vermezler mesela.. işte o an ben sizin okuduğunuz kitabı sikeyim orda mı yazıyor lan yaşlıya yer vermeyin diye küfürleri bir bir sıralarım.. sonra ulan kitabın ne kabahati var mevzu tamamen kızların kevaşeliği erkeklerin piçliğinden kaynaklanıyor diyerek de kendimi bir güzel sakinleştiririm.. he unutmadan geçmeyeyim bir de otobüste kendisine temas edildiğinde namusunu kaybedecekmiş gibi şekilden şekile renkten renge girenler vardır, bir yer boşandığında onları da görmenizi isterim..

ben eminönü otobüsüne bindiğim için İstanbul'un en güzel yerlerini göre göre işe gider, manzaranın muhteşemliğine dalarken hep aklıma otobüs camlarının neden bu kadar büyük oldukları takılır, 'lan acaba dışardaki insanlara afiş mi oluyoruz amına koyarım lan öyle bişey varsa' diyerek değişik düşüncelere dalar, daha sonra ünlüzadelerden bir kadının gazeteye "cipimle giderken otobüste gidenleri görünce ağlıyorum" demeci gelir ve ben ağız dolusu küfürü otobüs camında eritirim.. sabah sabah bi ton da günaha girdik geçmişini sikeyim diyerek beni bu günaha sürükleyenlere küfür etmeye devam ederken otobüste karaköy'e gelmiş olur.. işte benim tüm enerjimin tükendiği hayattan soğuduğum anlar başlar.. zira otobüste ne kadar yüzüne bakılmaya doyulmayacak kadar güzel kız varsa sanki anlaşmış gibi hepsi karaköyde otobüsten iner.. peki size sorarım; tüm ergenliği abilerinden karaköy'de ki kerhane hikayeleri dinleyerek geçen birisi olsanız siz ne düşünürsünüz? evet aynen bende öyle düşünüyordum ilk zamanlar.. oha lan arkadaş bu cirlop gibi kızların hepsi mi orospu, niye lan, böyle adalete sokayım diye isyan edip; Allah kurtarsın diye dualar ederek insaniyet sınırlarını zorlarken; bi gün karaköy'de enine boyuna dolaştığım da tüm bu düşüncelerimden arınıyordum..

otobüs galata köprüsünü yarılamışken belkide dünyanın en güzel manzarası otobüsün her camına yerleşir.. işte o an otobüste değil de sanatsal bir sergide olduğunuz hissine kapılırsınız.. bir camda galata kulesi, bir camda eşsiz istanbul manzarası, bir camda vapurlar, bir camda yeni cami sizi karşılar sabahın o en can sıkan zamanında.. ve otobüs demir atan bir gemi gibi eminönü durağına yanaşır tüm heybetiyle.. üzerine ölü toprağı serpiştirilmişcesine hayvan gibi uyuyan insanlar birden uyanır, otobüsten ilk önce inince dışarıda birisi onlara aferin diyecekmiş gibi kapılara yığılırlar.. benim otobüsten inişimde hemen o anlara denk gelir.. işte o saatten sonra ömrümün en uzun ömrümün en kısa yolunu adımlarım.. altımdan o koca dekoru çekiyormuşlarcasına ben ilerledikçe herşey geri gidiyormuş gibi gelir bana..

ve ben; çalışıyormuş gibi yapmaktan yorulana kadar geçen zaman dilimi içinde zamanımı tüketir, akşamın karanlık ve puslu yollarında beni evime götürecek otobüsün yolunu tekrardan tutarım..