9 Ekim 2011 Pazar

herşeyi bilmek

tüm hayatımız herşeyi en iyi bildiğimizi sandığımız zamanlarda mahfoldu.. ama biz bilmekten ve insanlara akıl vermekten hiçbir zaman geri durmadık.. kendi hayatımızı bok etmemiş gibi başkalarınında hayallerine hayatlarına müdahele ettik.. şunu yapma bununla konuşma gibi saçma sapan ve kişinin kendine ait olan haklarını gasp edip durduk.. ve bunları ne için yaptık sizce.. özgürlük için.. en büyük özgürlüğün esaret olduğunu göz ardı ederek.. en iyiyi en doğruyu en herşeyi bir tek biz biliyorduk çünkü.. bizim için en doğruyu seçmeye çabalayan ebeveynlerimize isyanlar edip sonra başkalarını özgürleştirme adına başkalarını köleleştirdik.. şuan bile bende buram buram her boku biliyorum havası oluştu.. ve yazı ilerledikçe bunu daha da içime sindireceğimden hiç kuşkum yok.. 


herşey hakkında fikir sahibi olanlara ufak bir hatırlatma olsun benden.. ''iyi ki varsın diyenler hayatımızdan hep ilk çıkanlardır'' bu bilgi bile insanı haltetmeye yetecek kadar gücü kendisinde taşısa da insan fıtratı itibariyle asla vazgeçmeyeceğini ve kendi hayal kırıklarını başka bedenler üzerinde deneyeceğini sanan garip bir yaratıktır.. 


kim bilir kaç hayatın içine ettiniz ufacık bir lafınızla.. kaç kişinin içine kuşku tohumlarını ektiniz.. kaç insana ezber bozdurdunuz.. hayatın her safhasında acaba kaç insana kendi doğrularınızı zorla kabullendirmeye çabaladınız.. yırtındınız, sinirlendiniz, en çok sevdiğinize yumruk atmak istediniz sizinle aynı düşünmüyor diye.. en garibi de özgürlük safsatalarıyla kaç insanın istediği gibi düşünmesine mani oldunuz.. 


ülkem öyle garip bir yer ki ''ben Allah'a inanmıyorum'' diyeni bağrına basarken onun yarattığı canlılara laf söyletmiyor.. ve kendi kafasında kurduğu özgürlük anlayışında istediği herkese hakaret etmeyi küfretmeyi mübah sayıyor.. eski zamanlarda gazetelerde edebiyatı çok güçlü insanlar yazılar yazardı.. bir çok insan onların yazılarını saklar hatta bir çoğu okullarda ders olarak öğrencilere sunulurdu.. şimdilerde patronlarının çıkarları doğrultusunda yazılan Türkçe'nin hiçbir ahengini taşımayan ve sözüm ona yabancı kelimelerle süslenince daha kültürlü olduğuna inanılan yazılar var.. ve öyle bir cehalet kaplamış ki etrafı o gazete köşelerinde yazılanları televizyonda gösterilenleri araştırmadan soruşturmadan tam itaatle kabullenen bir kalabalıklar oluşturuldu.. bu ülkenin geçmişiyle alakalı sorgulanması gereken o kadar şey varken hep kendi köhne bilgilerimizin kutsal olduğuna inandık durduk.. sevdiklerimizin hep doğru yaptığına inanıp sevmediklerimizin doğru yaptıklarına karşı durmayı amaç ve vazife gördük kendimize.. ve bunları hep herşeyi bildiğimizi sandığımız zamanlarda yaptık.. 


edebiyatı karşısında saygı ile eğildiğim nazım hikmet'in bu ülkeden kaçmak zorunda olduğunu, cumhuriyeti yıkıp yerine rusyadaki gibi bir komunizm getirmeye çalışılan bir oluşumda olduğunu, rusyaya kaçtığında Atatürk aleyhine yazılar yazdığını, bu sebeple dönemin Cumhuriyet gazetesinde nazım hikmet için büyük puntolarla resmini gördüğünüz yerde TÜKÜRÜN yazdığını, lenin'e övgüler düzdüğü yazılarını eminim çoğunuz bilmiyorsunuz.. hatta şuan siktir lan yavşak yok böyle birşey dediğinizi duyar gibiyim.. olsun canınız sağolsun.. 


bunları birşeyler biliyorum diye anlatmıyorum.. sadece siz ne kadar bilirseniz bilin sizden her zaman daha fazla bilenlerin olabileceğini göstermek için yazıyorum.. sadece ben ve benim gibi düşünenler kalsın geri kalanlar siktirsin gitsin felsefesini bir an önce terketmezsek 30 senedir süren terör belasından da kurtulamayız.. bu ülke de herkesin bildiği ama mevzusu açıldığında aptalı oynadığı binlerce hadiselerle dolu.. 


bu yüzden bu herşeyi biliyorum belasından bir an önce kurtulun.. bir arkadaşın ateist olabilir, bir arkadaşın gay olabilir, bir arkadaşın lezbiyen olabilir, bir arkadaşın islami hayatı kendisine benimseyebilir.. sen bunlardan biri değilsin diye onları dışlama hakkına sahip değilsin.. 


Hz.İbrahim ömründe hiç tek başına yemek yememiş hep sofrasına birisini misafir etmiş bir peygamber olarak nam saldığı için bir gün kapısına bir putperest gelir ve yemek talep eder.. Hz.İbrahim Allah'a inanması karşılığında ona yemek vereceğini söyleyince putperest bunu reddeder.. Ve Hz.İbrahim'e vahiy gelir.. ''Ey İbrahim biz ömrü boyunca bizden başkasını rab kabul eden birisini rızıksız bırakmazken sen hangi hakla bunu yaparsın'' 


Allah'ın peygamberine dahi müsaade etmediği şeyleri siz kendinize görev belleyip yapmaktan vazgeçin.. insanları yaftalamayı sınıflandırmayı onların maddi durumları sebebiyle saygıdeğer kişiler sınıfına koymaktan vazgeçin.. bırakın insanları ne yapmak istiyorlarsa yapsınlar.. hesabını verecek onlar.. eğer savunduğunuz şeyin doğru olduğuna inanıyorsanız.. 


herşeyi bilmek bir hastalıktır.. ve sadece kendisine değil etrafına da zarar vermekten başka hiçbir işe yaramaz.. 

19 Eylül 2011 Pazartesi

eğitim şart arkadaş..

bugün okullar açıldı.. etraf bir zamanlar takım elbisesiz beyoğluna çıkılmazmış diyerek bizlerin beynini siken yaşlıları sevindirecek cinsten kravat takmış orta okul ve lise talebesi palelerle dolu idi.. en sonunda önlük denen o garip şeyi çıkarıp forma diye daha sikko bişey giyen ilkokul talebelerini de yok saymayalım.. gerçi bugünün en büyük garipliğine büyükşehir belediyesi toplu taşıma araçlarını beleş yaparak gerçekleştirdi ya neyse.. ulan denyo bak yanında çocuk yoksa iste lavuklardan bilet parasını.. yada ne bileyim öğrenci pasosu sor; öğretmen olduğunu belli eden bişeyler sor öyle bedava al araca.. ama yok öyle dememişler gelin bi yarrak var gibi otobüsleri metroları hınca hınç doldurun demişlerde millet de bu çağrıya hiç itiraz etmeden atlamış gibiydi.. bindiğim otobüs o kadar kalabalıktı ki bi ara otobüs şöförü aracı ayakta kullandı.. neyse ben başka bişey anlatacaktım bak nerelere gitti mevzu..

efendim lisedeyiz.. bizim lise meslek lisesi olduğundan öğlen aralarında bi saat ara var.. tabi biz ne yapıyoruz o bir saatte; yemek yiyoruz arkadaşlarla beyin fırtınaları falan gerçekleştirip ülke meselelerine falan kafa yoruyoruz, bilimsel yenilikler hakkında fikir teatileri falan gerçekleştiriyoruz.. yok lan şaka amına koyim hangi lisede böyle bişey varsa onların ben yalanlarına uçayım.. tabiki okulun en kral öğrencileri olarak bi de alt sınıfları döverek okulun en güzel bahçesinde hayvanlar gibi futbol müsabakaları çeviriyoruz.. o zamanlar messi falan da yok nerde sığır adam var onlar idollerimiz.. işte şunun gibi vurdum bunun gibi ortaladım şöyle gol attım la avutuyoruz kendimizi..

yine böyle bir günün terkisinde ana bahçede adına futbol denen bişey oynuyoruz yada biz öyle sanıyoruz.. bizi gören kimse bize yanaşmıyor bile.. maçın en heyecanlı dakikaları berabere sürüyor maç.. sanki italya ispanya final maçı gibi.. kemik sesleri falan yükseliyor.. orta sahada top ayağıma geldi.. artık o esnada aklıma orta sahadan golleriyle beyinlerimize pelesenk olmuş goygoçeya mı haci mi artık hangisi geldiyse abandım ben topa.. top süzülmeye başladı bende bir gurur.. biraz sonra top gereğinden fazla yükselmeye başladı.. aldığı eğim gittiği yerin koordinatları yüzünden bendeki gurur birden tırsmaya döndü.. ve o ibne top gitti o kadar cam dururken caminin camını kırdı.. evet bizim okulun duvarlarından birisi de camiye bakıyordu.. şangırt diye ben camı kırdığımda cemaat öğle namazını idrak ediyormuş.. bunu okulu bastıklarında tamamen idrak ettim.. düşen camlardan biri cemaatten birinin kafasına düşüp yarmış adamın kafasını.. cemaat kelle ister gibi basınca bende ki tırsmanın doruklarını varın siz düşünün.. tek sevindiğim topu da yanlarında getirmiş olduğu idi.. birde durduk yere top parası girmesin diye düşünüyorum falan.. müdür yardımcısı cemaati sakinleştirdi falan yolladı onları.. kimse de ispiyonlamadı beni.. sınıfa gittim.. beş dakika sonra nöbetçi öğrenci geldi.. orhan seni idareden çağırıyorlar gel diye.. n'oldu lan diyorum böyle malı oynar gibi ama tüm okulun tabi anında haberi olmuş.. bilmiyomusun lan göt camı kırdın ya ondan çağırıyolar dedi.. vaaaay dedim böyle sanki haklıymışım gibi; hangi yavşak ispiyonladı lan acaba? nöbetçi öğrenci de bizden tabi.. oğlum dedi maç etmek için okulda dövmediğimiz adam kalmadı kesin onlardan biridir diye sohbet koyulaşırken bi baktım müdür yardımcısının kapısındayız.. dedim ahmet bana müsaade toplantım var benim sen şurda bi kenarda bekle diyerek hayvanlığın sınırlarını zorluyorum..

içeri girdim selamun aleykum hccam diyerek gittim koltuğa oturdum.. aleykum selam da sana otur diyen mi oldu evladım dedi hoca.. aman be hocam al koltuğuna mı kaldır der gibi kalktım ordan.. buyrun hocam dedim beni çağırtmışsınız? gerçi dedim çağırtmanıza gerekte yoktu çağırsaydınız da gelirdim dedim.. bende o esnada marimarın sevgilisi eduardo tiripleri görmelisiniz.. hoca dedi oğlum sen bişeyler yapmışsın dedi.. ne yapmışım hocam cam kırdım onu mu diceksiniz dedim.. adam şaşırdı.. o bekliyo ki ben inkar edeyim tipik götlek öğrenciler gibi ağlaşayım valla isteyerek olmadı hocam diyerek zırlayayım.. ee n'olcak dedi bende camı taktırırız hocam dedim.. bi de götün başın oynamasın lan denyo bakışı attım.. iyi tamam dedi.. eve gittim bizim peder beye de kitap alınacak yalanıyla yollandım.. adam oğlunun eğitim hayatı için hiç tereddüt etmeden verdi parayı.. bilmiyo ki oğlu okulda terör estirdi.. haberi olsa götümü keser.. ertesi gün gittim girdim müdür yardımcısının odasına parayı önüne atarsında hoca hoca dersin ya; beni böyle şeylerle uğraştırma camı taktır kalanını da okulun ihtiyaçlarına harca.. tabi öyle desem sikerler beni ama o bakışları pozları kesiyorum.. usulca hocam dedim camın parası biz dedim sözümüzde dururuz kapıdan çıkarken.. orhan diye bağırdı arkamdan iyi de bu para eksik.. hemen boynumu kedi gibi büktüm.. tamam tamam dedi kalanını ben hallederim..

en son okul bittiğinde merdivenlerin camını kırarken debreşmişti duygularım.. bugün okul kıyafetleri giymiş ve mal mal yürüyen veletleri görünce aynı oldum..

eğitim şart..

17 Eylül 2011 Cumartesi

Süleyman Kıldır

Lisedeyim.. En herşeyi bildiğimizi sandığımız yıllar.. Böyle başımızda kavak yelleri falan esiyor.. Dünya desen sikimizde değil.. Enseye tokat göte parmak yaşıyoruz böyle..

Sınıf desen nerde piç nerde yavşak nerde öküz nerde sığır varsa toplanmış bir ahırdan farksız.. Ama delikanlı çocuklar kavga gürültü olsa gözlerini kırpmazlar falan o derece.. Okulun altını üstüne getiriyoruz.. Yanımda Saadettin diye bir arkadaş oturuyor piçlik fırlamalık gırla.. Ağzı laf yapan bi sürü de arkadaş mevcut..

Sınıf öğretmenimiz kimyacı Hatice Sargüney.. Bi gün derste Saadettin kalktı dedi hocam bu ülkede demokrasi var herkes belediye başkanını başbakanını kendi seçiyor biz neden sınıf öğretmenimizi seçmiyoruz.. Hocanın kafasına yatar gibi oldu.. İyi dedi madem ufak kağıtlara istediğiniz hocanın adını yazın eğer uygun görürsem belki yer değiştirebilirim onunla..

Sınıf mevcudu 36.. 3 kişi müdürün ismini yazmış, 8-10 kişi hocam sizden memnunuz yazmış, kalanlardan başka başka isimler falan.. Peki biz piç 8 kişi ne yazdı dersiniz? Hademe Süleyman Kıldır.. Bir tane yavşakta Sülo Kılçık yazmış.. Hoca açıyor kağıtları birer birer böyle suratının rengi bukalemun gibi renkten renge giriyor.. Ayırdı bizim yazdıklarımızı sonra da ağlayarak sınıfı terketti.. Bizde tarifi imkansız bi gurur var tabi.. İki ders sonra müdür geldi.. Çocuklar dedi kağıt kalem çıkarın dediklerimi yazın.. Hiç farkında değiliz malak gibi ne derse yazıyoruz.. Tamam dedi isimlerimizi yazdırdı hiç birşey demeden çekti gitti.. İki ders sonra elinde kağıtlar yine geldi.. Böyle gözümüze gözümüze sokarak dedi hocanıza yaptığınız terbiyesizliği gelin kabullenin yoksa yazı karakterlerinizden tespit ettirip büyük bir ceza almanızı sağlarım.. Denyo gibi gittik müdürün odasına.. Herkes dedi kağıtlarını bulsun arkasına isimlerini yazsın.. Şimdilik affedicem ama ilerde bu isimlerden biri karşıma gelirse bu konuyu tekrar açıcam.. Bizim göt terden sırılsıklam olmuş; aman hocam bokunuzu yiyim pedere bişey demeyinde olmazsa teker teker verelim size haleti ruhiyesindeyiz.. Herkes kağıtlarını buldu.. Bi tek Ersan bulamıyor kağıdını.. Hocam dedi benim kağıdım yok.. Oğlum eminmisin.. Evet hocam valla yok bende yazmıştım.. Bak bakalım sağa sola aşşağı düşmüş olmasın.. Ersan domaldı yerde köpek gibi kağıt arıyor.. Biz öyle sanıyoruz tabi.. Meğer piç müdür sağa bakarken kağıdı yere atmış eğilincede aldı cebine koydu.. Sonra da yeminler içip hocam valla billa yok dedi.. Onun da adını not aldı hoca ama Ersan delili çoktan ortadan kaldırmıştı..

O gün acaip dersler öğrendik.. Demokrasiyi, bir müdürün ne kadar göt olabileceğini, bir öğrencinin her zaman daha zeki olduğunu falan.. O günden sonra hoca bize öyle pis pis baktı ki yani ben şahsen gözünden ateş falan çıkarır diye çok bekledim.. Kadın bide kimyager ulan bu şimdi doğal yollardan kezzap falan üretir atar üzerimize diye de tırsmadım değil..

Bu arada; bize her zaman babalık yapan hademe Süleyman Abi'den de özür dilemek isterim.. Adamın adını kullanıp okulda küçük çaplı bir olay çıkardığımız için..

7 Haziran 2011 Salı

planking dediğiniz şey benim çocukluğum lan!

Bir planking çılgınlığıdır gidiyor.. Ne olduğunu öğrendiğim günden bu yana aklım beni geçmişin derinliklerine taaa çocukluğuma kadar götürüyor beni..

Yüzü koyun saatlerce amaçsızca yatmak.. Biz çocukken bir amacımız vardı oysa.. Vedat dayım ben abim ve büyük dayımın oğlunu ve o esnada dedemlerde bulunan tüm çocukları susturmanın; onları saatlerce süren ve hiç şikayet etmediği bir eğlenceye sürüklemenin yolunu bulmuştu.. Neden dayım bizim için bu kadar lafı dinlenilesi harika bir adamdı diye merak ederseniz söyliyeyim.. Kendisinin anadol pikapı ve arkasında panda dondurma satan bir dolabı vardı.. Dayım bizim için doruk noktasıydı.. O tüm çocukların hayran olduğu yolunu gözlediği birisiydi..

Bizleri evin ortasında yüzü koyun yatırır kafamızı kaldırmamız şartında kaybedeceğimiz bir oyunun içinde olduğumuza bizi inandırırdı.. Kimi zaman ödül çikolata kimi zaman da dondurma olurdu.. Bizler saatlerce öyle mal gibi yerde yatarken annemler muhabbetin dibine vurur dayım kahveye gider arkadaşlarıyla takılırdı.. Ara sıra annemlerden ‘şişşt dayın geliyo’ gazlamasıyla daha bi gömülürdük Isparta halısına..

Yıllar sonra bugün insanların çılgınlık seviyesine vardırdıkları herkesin dilden dile konuştuğu bu olayı biz tüm çocukluğumuz boyunca yaptık durduk.. Ne tembel köpek Snoopy ne de miskin kedi Garfield plankingi söylenildiği gibi başlatmadı.. Planking tamamen benim dayımın buluşuydu..

Şimdi geçmişte şöyle bir seyahat edince düşünüyorumda ileride bir akıma neden olacak daha kaç buluşu var lan acaba dayımın?

23 Mayıs 2011 Pazartesi

ömür hır(s'ızı)

insan durup düşünüyor.. çalmak nedir diye.. en büyük hırsızlık nasıl yapılır diye.. aklına
öyle senaryolar geliyor ki değme hırsızlara taş çıkarır nerdeyse.. ama düşündüklerinin
hiçbiri değil.. bir insandan bir maddeyi çalmanın en büyük hırsızlık olmadığını anlaması
uzun sürmüyor.. işte o zaman herşey duruyor.. önce zaman duruyor sonra mekan.. sonra
geri kalan ne varsa.. hareketli olan tek şey; durduramadığı tek birşey var.. yitip giden yıllar..
ve o yılları ondan alıp götüren ömrüne giren en hırslı sızı.. ismini siz ne koyarsanız artık..

oscar, samantha ve teodor çok sıkı arkadaşlardı.. oscar samantha'yı ilk gördüğü günden
beri ona sırılsıklam aşıktı ama öyle hayvani bir bünyesi vardı ki yeri geldiğinde bir gökde-
lenin duvarından farksız olabiliyordu.. öylesine kocaman öylesine duygusuz.. teodor ona
göre duygularını şappadanak söyleyebilen biriydi.. samantha'ya ilk zamanlardan beri o kadar
yakın davranıyordu ki bu durum oscar'ın iç dünyasını darmadağın etse de oscar kendisini
oscar yapan rolünü ustaca oynuyordu.. herşeye hep bir adım geriden bakıyordu.. aslında
oscar küçüklüğünde geçirdiği bir kaza sonucu herkesten farklı olmuştu.. sokakta ki her
çocuktan bambaşkaydı artık.. kimse onunla oynamıyor onu hep dışlıyorlardı.. ve oscar o
gün bir adım geri çekilmeyi öğrenmişti.. hemde mahalledeki en iri çocuk william'ın ona
nerde durması gerektiğini eliyle ittirerek göstermesi sayesinde.. oscar öylesine sorunlu
bir çocukluk geçirmişti ki farkında olmadan büyümüştü.. bedeni her ne kadar onlar kadar
olsa da düşünceleri sevgileri sevdaları artık herkesten başkaydı.. kimse onun gibi
sevemezdi artık.. çünkü kimse oscar gibi karşılıksız olamazdı.. samantha ve teodor ile bir
çalışma ortamında tanışmıştı.. oscar bir köşede kimilerine göre cool bir duruş sergileyip
gizemiyle otursada aslında herkesten ve herşeyden kaçarcasına sadece görevini yapıp koşar adımlarla evine gitmek istiyordu.. yanına ilk teodor geldi.. birbirlerine baktılar; hiç konuşmadan.. birbirilerine o kadar benzemiyorlardı ki sonra dışarıda kalan
herşeyi bir kenara bırakıp gözlerini kapadılar.. artık içlerini görebiliyorlardı.. ve aslında
aynı iki insan olduklarını gördüler ve sımsıkı iki dost oldular.. sonra aralarına samantha
katıldı.. onun için gözlerini hiç kapamadılar.. içini görmekten korktukları içindi belkide..

yıllar yılları deli gibi kovalıyordu.. bedenleri yaşları gibi büyüyor düşünceleri bambaşkalaşıyordu..
teodor'u bir zaman sonra askere çağırdılar.. oscar artık samantha ile başbaşa kalacaktı
nihayet ama hiçte sandığı gibi olmadı.. samantha çoktan kendisine bir sevgili bulmuştu..
o kadar belli etmemişti ki bu durumu bi adım ileride duran oscar belki de bu yüzden
görememişti.. sonra soğumaya başladı araları.. oscar kendilerini bir arada tutanın samantha
değil teodor olduğunu anlamıştı.. o yokken herşey o kadar zordu ki.. ve bir gün oscar iki adım geri çekildi.. iki adım daha.. derken iki adım daha.. o kadar uzaklaşmıştı ki artık oscar'ı
kimse göremiyordu.. tam beş yıl boyunca da bir daha hiç görmedi onları..

beş yıl sonra nasıl olduysa teodor'u teknolojinin nimetlerini hunharca kullandığı bir zamanda hiç sanmadığı bir şekilde buldu.. artık bırakmak yoktu.. sımsıkı sarılacaktı dostuna bir daha asla bırakmadan.. bi zaman sonra da teodor'dan samantha'nın evlendiğini öğrendi.. içi o kadar bomboştu ki ne konsa sadece ufak bir yer kaplıyordu artık.. ve beklenen oldu.. bir hediye mi bir ceza mı yoksa bir imtihan mı bilinmez o üç arkadaşı bi arada tutan teodor tekrar sahne alınca samantha birgün bir mesajla tekrar girdi hayatlarına..

''kocam beni aldatıyor n'olur beni bi başıma bırakmayın yardım edin size ihtiyacım var''
samantha..

umarım aranız düzelir gibi soğuk cevaplar üzerine buluşma teklifini teodor gelmezse bende
gelmem diyerek yanıtlıyor oscar.. teodor tam bir yavşak gibi hiç tereddüt etmeden kabul
ediyor bu buluşmayı.. oscar'ın da içi içine sığmıyor tabi.. tamam diyerek kabul ediyor.. ve
bi kaç gün sonra bi yerde buluşuyorlar.. cümlelerin anlamı öyle bir yitiriyor ki kendisini
susmaktan başka hiçbirşey bulamıyorlar.. ve sessizliği oscar'ın teodor'a dönerek sen ne
kadar yavşak bi adammışsın lan demesi bozuyor.. neden lan diye cevap veriyor teodor..
ulan ben elli kere dedim gelmedin de samantha gel dediğinde beni bile ikna ettin bu bile
ne kadar göt bi adam olduğunu anlamama yeter bile diye son cümleyi koyuyor ortaya
oscar.. bi sessizlik anından hemen sonra kahkahalar patlıyor peşi sıra.. ve birbirlerine
dokunmadan öyle bir sarılıyorlar ki üçü de bir müddet sonra nefessiz kalıyor..

birden o ergen zamanlarına dönüyorlar.. neşe dolu hiç kimseyi umursamadıkları yıllara..
ama akşam ezanından önce eve girmeleri şart olan yıllara.. o kadar mutlu oluyorlar ki
onları dışarıdan gören herkes dahil olmak isteyip görünmeyen kalkanlara çarparak geri
dönüyorlar.. hatta oscar'ın iç güveni kendine o kadar geliyor ki tüm iç organlarını iç
güveysi çıkarıyor kalbine.. ve en savunmasız anında önce kendine sonra samantha'ya
söylüyor onu sevdiğini.. samantha öyle bir bakıyor ki yine gözlerini kapamak gelmiyor
aklına oscar'ın.. artık herşeyi birlikte yapmaya başlıyorlar.. şehrin heryerine kendilerinden
bir imza bırakıyorlar; bi zaman sonra oscar her baktığı yerde kahrolacağını bilmeden..

gün gelip çatıyor.. herkes kendilerine biçilen rolleri oynamaya koyuluyor.. işte o zaman oscar
onları bir arada tutan teodor'un uzak kaldığını ve verilen hediyenin geri alındığını
anlıyor.. asla samantha'nın götlük yapabilmiş olacağını aklına dahi getirmiyor.. yok yok
diyor samantha kesinlikle böyle birşey yapmaz.. sonra bi adım geri çekiliyor.. o kadar içinde
ki olayların bi kaç adım daha geri gidiyor.. resmin tamamını gördüğünde artık herşey
için geç kalındığının farkına varıyor.. ve ömründe ilk kez sırtını dönüyor uzaklaşmak için..

oscar uzaklaşırken hırs ve sızının çaldıkları için söyleyecek söz bulamıyor.. dudaklarından
hırsız diye bir kelime çıkıyor sadece.. ve gözünü bir daha hiç açmıyor zamanı geldiğinde
yine kapatmayı unuturum diye..

ve bir söz geliyor aklına gülümserken;
''sizin saltanatınız gözünüzle gördüğünüz kadar; benim saltanatım gözümü kapattığım
zaman başlar''..

20 Şubat 2011 Pazar

baykuş tayfun


baykuş desem aklınıza ilk ne gelir? gamsız görüntüsü korkutucu ne idüğü belirsiz bir kuş gelir aklınıza değil mi? ve dersiniz ki bu kuşun amacı nedir bi ağaç dalı üzerinde öyle saatlerce oturup neyi bekler? olayı nedir? oysa baykuş bizim arkadaşlarımız arasında çok değerlidir.. o sadece bir kuş ismi değil arkadaşımız tayfun'a taktığımız bir lakaptır.. kime sorsanız baykuş nedir diye hemen herkes aynı şeyi söyler: Tayfun!

samsun'lu bir ailenin en küçük çocuğuydu ve tek erkek evlattı.. herşey mahallemize taşınmalarıyla başladı.. öyle garip bi mahallemiz vardır ki bizim çok kısa sürede herkesi içimizin en derinliklerine kadar sokar kardeşten öte yapar onun için en acaip kavgalara girer en koyu tartışmalarda dahi satmaz hakkını amaçsızca savunurduk.. zaten mahalle kültürünün olmazsa olmazıdır bu durum.. he unutmadan şahsına münhasır bu kişiliklerin hemen hepsinin de lakapları vardır.. baykuş tayfun, armut serkan, dindini ibo, albay hüso, kuduz gökhan, kırmızı murat, minik ayhan, jay jay uğur, kürdo serkan,çingene ercan ve ben; çene orhan.. ilk aklıma gelenler bunlar.. daha neler ne meziyetler ne şahaneler mevcut ki sormayın gitsin..

hergün gün ışırken, ardımızdan bağıran annelerimizin sesini uzaklaştırdıkça yitiren ve apartman kapısından içeri süzülen hatta sanki başka bir evrene açılan bir kapıymışcasına koştuğumuz o ışık bizi hep aynı yere sürüklerdi.. arasında hiçbir bağ dahi bulunmayan kardeşliğe.. hep aynı yerde toplanırdık.. mahallemizin en prestijli mekanı olan bu yer bize abilerimizden miras kalmıştı.. onlar bi ömür mal gibi beklediler şimdi sıra bizdeydi.. konum olarak hani türkiye için derler ya öyle acaip bir yerdedir ki asya ile avrupa arasında bir köprü vazifesi görür diye.. işte bizim takıldığımız yerde aynen öyle stratejik bir konuma sahipti.. tüm evleri ve bu evlerde yüzüne bakmağa doyamayacağın cilloplukta yaşayan güzel kızları kesebileceğimiz mükemmelliyette bir konuma sahipti.. dört yol ağzıydı ama en güzel yer bizim durduğumuz yerdi.. neler gelmedi ki başımıza o köşede.. adımız serseriye de çıktı ayyaşa da berduşa da.. bir nevi mahallenin güvenlik timiydik de ve bunu bizden başka kimse bilmiyordu.. onlar rahat evlerinde huzurlu bi şekilde uyurken biz dışarıda o köşede soğuktan kırım iti gibi titresek de terketmiyor en nadide sohbetlerimizle şakalarımızla kahkahalarımızla göğü dövüyorduk.. nice trafik kazalarına nice kavgalara nice yangınlara nice hırsızlıklara şahitlik etti o köşe.. hatta bir defasında polis bile basmıştı.. kalabalığa anlam veremediği için..

çingene ercanın attığı yazı turada diki seçip paranın taşın arasına denk gelerek dik durması da, birbirlerine bela okuyan armut serkanla baykuş tayfunun aynı esnada birinin kayıp düşmesi diğerinin kahve kapısına toslaması da, dindini ibonun topa vurduğunda topun saniyelerce elektrik kablolalarının üzerinde durması da, sonra kürt serkanın gelip ağa topu nasıl indirdiniz diye sorması da, doğalgaz mahalleye ilk geldiğinde kazılan çukurlara birbirimizi yakalayıp sırayla atmamız da, 185, 5 dakika, şampiyon gibi oyunları icat etmemiz de, kar yağdığında naylonlara sarılıp kendimizi şuursuzca yerlere atmamız da hep aynı köşede gerçekleşmişti.. sonraları baykuş tayfun ciğerlerinden rahatsızlandı epey hastane uğraşları derken çalışmayan; arkadaşlar arasında otlakçı diye tabir edilen bi çocuk olarak tanınmaya başladı.. ayrıca belirtmeden edemeyeceğim kendisinin mahalle kültürümüzün literatürüne kattığı inanılmaz söz dizeleri bulunmaktadır.. sana sadece hiçbirşey demiyorum, bu atışımı iyi izle heryerde yapmam klasik atışlarımdan biridir, kamyona bak bina kadar (ki burda cidden gördüğü şey bina) ve bunun gibi sürüyle güfte ve bestesi kendisine ait sözler beynimize tecavüzünü sürdürmektedir..

bu kadar şeyi niye anlattım diyebilirsiniz yazıyı hâlâ okumaya devam edenlerdenseniz eğer.. aklıma belki sonraları gelecek hassiktir ya şunu da yazsaydım keşke diyeceğim bir sürü olayın kahramanlarından yada yardmcı oyuncularından ''Baykuş Tayfun'' artık yok.. aramaların en kötüsü geldi bi kaç gün önce.. olum duydun mu baykuş ölmüş dediler.. siktir lan dedim daha pazar günü beraberdik nasıl olur sanki pazar günü beraber olunca ölmüyormuş gibi insanlar.. gece annesine anne ben kötü oluyorum demiş hastaneye yetiştirdiklerinde beynine giden damarlardan birisi patlamış iç kanamadan öldü dediler.. inanamadım.. şaka gibiydi.. pazar günü gülüp eğlenip şakalaşıp birbirimize en aşşağılık cümleleri kuran bizler yıkılmıştık.. onu kahveden sürekli kovdururum diyen çingene ercan daha da kötü durumdaydı.. hatta pazar günü canımız sıkılmış hadi gezelim diyerek dışarı çıkmış mahallemize yakın bir avm'ye giderken de başımızdan bir sürü olay geçmişti.. önce araba çarpıyordu bize sonra akşamın bi vakti başımıza ağaç dalı düşüyordu.. evet evet malın biri ağacın tepesine çıkmış motorlu testereyle ağacı buduyordu ve epeyce büyük bi bölümü tam ayağmızın dibine düştü.. o kadar çok güldük o kadar çok güldük ki arkadaşlardan birisi
ulan başımıza bi iş gelecek dedi.. hatta ayrılırken olum evlere ulaştığınızda herkes çağrı atsın geberip gitmeyin sakın diye de vedalaşmıştık.. tayfun sadece iki gün dayanabilmişti..

bir araya gelip tayfunun salaklıklarını anlatarak gülüyorduk ama artık o yoktu.. sadece dışımız gülüyordu artık.. ve söylendiği gibi..

''en şen kahkahayı içi en çok yananlar atardı..''

tek temennim o gün oturup saatlerce birbirimize takılıp keyifli saatler geçirmiş olmamızdı.. şuan bile gülüp eğlenebiliyoruz.. çünkü inanamıyoruz da ondan.. hatta kendi kendime ulan acaba bu bir yavşaklıkmıdır kardeşimiz ölmüş biz utanmadan arlanmadan gülebiliyoruz.. sonra diyorum ki kendime.. o da ardından ağlamamızı hiç istemezdi..

şimdi tüm kahkahalarımız senin için kardeşim.. mekanın cennet olsun.. ömrüm yettiğince seni unutmamaya gayret edeceğim..

Elveda ''Baykuş Tayfun''

15 Şubat 2011 Salı

dostumu yedim bekliyorum..

aristo der ki: dostluk iki ayrı bedende müşterek bir ruh taşımaya benzer..

peki aynı şeyleri seven, aynı şeylerden zevk alan, farklı düşüncelerini tek bir potada eritircesine aynılığa sürükleyenler midir dost? hatta aynı kıza aşık olanlar ve bunu bir ömür saklayanlar.. hayır.. aslında en çok vazgeçebilenlerdir sevdiğinden ve sevdiklerinden.. ve vazgeçebildiğin kadar da dostsundur.. bunun dışında kalanların hepsi bir zaman kaybıdır.. zaman gergefinde ilerleyen ve seni hep aynılığa sürükleyen bir kayıp.. ve en büyük kayıp zamanın ta kendisidir aslında..

çocukluğumu geçirttim gözlerimin tam önünden bir film şehidi gibi.. -film şeriti olmasın sakın, hem filmin şehidi olur mu lan- demeyin.. olur.. hani bi film izlersin de sonra -aga bu film on numara elli kere seyrederim- dersin, sonra s.kseler bir daha izlemezsin ya; işte aynen öyle gözlerimin hemen önünden geçirttim çocukluğumun en aymaz günlerini, saatlerini hatta anlarını.. hiç ayrılmayacağıma dair yeminler içtiğim bir sürü dostum olmuştu benim bi zamanlar.. şimdi onlardan sadece ikisiyle görüşüyorum.. lise de uğruna kavgalar ettiğim, dersler astığım bir sürü dostum vardı.. şimdi onlardan sadece biriyle görüşüyorum diyecektim ki artık onunla da görüşmüyorum; fikir ayrılıkları yüzünden.. üniversitede geceleri uzun uzadıya sohbetlediğim aynı sofralarda yemekler yiyip hayatlar tükettiğim, dertleştiğim, hatta içki sofralarına eşlik ettiğim ve hatta aynı yatağı paylaştığım dostlarım oldu.. şimdi onların da hiçbiriyle görüşmüyorum.. -oğlum bak acayip küfürler ederim öyle okul bitti unutmak yok araşırız konuşuruz- diye antlaştığımız halde.. şimdi hiçbiri yok.. ve bende onlarda yokum.. demek ki aslında vazgeçilmez de yok..

kendi kuramına en çok da kendisi inanan bir fizikçi gibiydim ve sanırım haklıydım.. zamanı geldiğinde vazgeçebilmektir dostluk.. ve hatta yeri gelince kendinden bile vazgeçebilmek..

işte ben böyle zamanlarda vazgeçtim tüm dostlarımdan.. bana kattıklarını düşündüm usul usul.. ve bana kattıklarından çok benden kopardıklarının daha fazla olduğunu gözlemledim.. sonra hiç düşünmeden küfür ettim yokluklarında ki boşluğa.. benden aldıkları için değil di isyanım.. beni uyuduğum rüyadan uyandırdıkları içindi.. ve işte böyle bir zamanda tanıdım en iyi dostumu..

kendimi..

şöyle süzdüm bi müddet kendim dediğim beni.. kimsin ki lan sen göt diye uzun uzun düşündüm.. ve hep aynı yerde tıkandı cümlelerim..

hiçkimse..

içinde herşeyi ve herkesi barındıran bir hiçlik.. bu hiçliği ne zaman bişeyle doldurmaya kalksam ne evdeki hesap çarşıya uyuyordu ne de ben ayağımı yorganına göre uzatabiliyordum.. hep haketmediğim bir sürü hayatın içerisinde buluyordum kendimi.. kiminde başrol bile peydahlanıyordu bana.. sadece kendi hayatımın değil başka hayatlarında ağzına sıçabilmem için.. bugüne değin hiç bi cümleme üç nokta koymadım ben devam eder korkusuyla.. tek nokta da koymadım biter üzüntüsüyle.. iki nokta koyuyordum cümle sonlarıma; ne bitsin ne de devam etsin diyerek.. tüm dostluklarımda böyleydi benim.. iyi ki dostumsun dediklerimle aslında arkadaş olarak da çok iyiydik; keşke öyle kalsaydık demek istediklerini anlayamıyordum.. ve sonra hiç bitmeyen ama sürekli tıkanan ve öteye dahi gitmeyen ve hatta bi adım ötesini göremeyen dostluklarım oluşuyordu.. ve her seferinde içim tutuşuyordu.. içimin sıcaklığı dışımı yakana dek.. dışım yandığında içimdekileri bir bir kusuyordum soğuk algınlığı bahanemin arasında.. kendime doğru uzaklaşıyordum tüm sevdiklerimden.. ve en sevdiğim kişiler listesinin başına yine kendimi koyuyordum..

türlü türlü sevdalar bile bir dostluğun yerini tutmuyordu.. ve dostluk denen şey kendini bulabilmekti oysa.. kendinizi ya bir başkasında bulacaktınız yada yine en basit haliyle kendinizde.. bu aramalar kendinizi kandırmayı bıraktığınızda sona erecekti..

iç dünyamın topoğrafyası bakir sanılan ama hergün yüzlerce kez ziyaret edilen bir amazon ormanı gibiydi.. muson yağmurları da en çok benim içimi ıslatıyordu.. ve siz ona gözyaşı diyordunuz.. oysa ''dünyada ki her göz renk renk olsa da göz yaşı tek renkti''.. ve bi tek benim göz yaşım kızılcık şerbeti rengindeydi..

siz dost deyince neleri getiriyorsunuz aklınıza bilmiyorum ama şuan aklınıza gelenlerden hiçbiri sizin gerçekten dostunuz değil.. çünkü uğruna herşeyinizi terkedeceğiniz kişiyle henüz tanışmadınız.. tanışabilmeniz ve vazgeçebilmeniz temennisiyle..

son olarak Aşık Veysel'in de dediği gibi;

''Dost, dost diye diye nicesine sarıldım; nicesine sarıldım.. Benim sadık yârim kara topraktır,
kara topraktır..''

17 Ocak 2011 Pazartesi

yanlızca yalnız

en büyük kalabalıktır aslında yalnızlık.. gözünü kapatmak bile gereksizdir yanında görmek istediklerin için.. durur bomboş bir duvara bakarsın öylece.. sonra o duvar kardeşlerini yanına alıp seni dövmeye gelircesine üstüne üstüne gelir en çaresiz olduğun zamanda dört bi yandan.. ve gözlerini dahi kapatmadan oluşturduğun o dostlar da seni terkeder gözlerin kapalıyken seni terkedenler gibi.. tek başınasındır artık.. yanlızca yalnızsındır..

hergün binlerce kişilik kalabalığın arasına, denize dalan bir dalgıç gibi dalar ve oksijen tüpün tam bitmek üzereyken acil kimsesizlik odasına sığınırsın.. ve doyasıya içine çekersin dışındaki yalnızlığı.. aldığın her nefeste ham maddesi yalnızlık olan bir sonsuzluk vardır.. verdiğin her nefesteyse içindeki tüm ümitler ve hayalleri solursun dışına.. tanımayı en çok istediğin insanların seni yalnızlığa en çok sürükleyenler olması da; iyi ki varsın diyenlerin hayatından ilk çıkanlar olması da tesadüf değildir..

sana dair cümlelerim böyle bir yalnızlıkta tükendi sevdiğim.. baktığımda kaybolduğum sen artık bakmadan da kaybettiriyordun beni yollarını en iyi bildiğim hayal kırıklığının en kalabalık caddelerinde.. yolumun karanlığa saplanan noktalarında beni bekleyen ışığı yakalarım umuduyla amaçsızladığım çarelerim de tükeniyordu artık.. ellerin bi başka nasırlı ellerde terliyordu.. ben ellerim terlemesin diye hiç tutmamıştım ellerini oysa.. ne zaman dost ağızlarda sana dair cümleler ıslatsam, önce damağım kururdu sonra boğazım tıkanırdı.. en son da ben tıkanırdım.. bu sefer unuttum lan diyerek seni herseferinde bir kez daha hatırlamanın tarifi imkansız yavşaklığını tadıyordum hiç durmadan.. sen de belki beni düşünüyordun ama sen dünyada tanıdığım en düşüncesiz insandın onda bile kim bilir nasıl bi düşünce hali içinde olacaktın.. küçük iskender'in de dediği gibi aslında ''sen dünyada annesi orospu olmayan tek orospu çocuğuydun..''

her yalnızın bir yoğurt yiyişi vardır.. bi de kalan yoğurda su katıp ayran yapma sevdası.. ben yalnızlığımı ne zaman sulandırsam muhakkak gözlerim de bedenimi sulandırıyordu.. yüzüm gözüm ıpıslık hayatımın en boktan melodisini çalmaya da çalışıyordum.. onu da beceremiyordum lan.. sanmayın sakın onda yeteneğim var.. benim en büyük yeteneğim yalnızlığımdı.. kalabalıklar arasında bi başına kaldığımda anladım bunu.. oğlum dedim kendi kendime sanki bi başkası dinliyormuş da amk ya neyse.. oğlum dedim sen kalabalıklar arasında tek tabanca böleysen tamamen yalnız kalsan kimseler tutamaz dedim seni.. seni yıldızlar bile tutamaz.. bu akşamda ölürsün.. geberir gider leşini de günler sonra bulurlar ohhh mis gibi en az bi 3-5 sene garanti muhabbetini yaparlar.. ulan adam 12 gün sonra bulunmuş.. cesedi şişmiş bi pis koku yayılmış ki en son evi basmışlarda öle ortaya çıkmış elemanın kuyruğu titrettiği derler diye uzun uzun düşündüm.. hay bin leş nerden geldik lan buraya.. neyse işte benim ne biçim karizmatik olacağımdan etrafa yayacağım gizemden alıp başımı yürüyeceğim felan düçar oldu belleğimin tüm hezeyanlarına..

çok üşendim biraz düşündüm ve nerde elle tutulur değere sahip sanatsal bişey var hepsinin hamurunda yalnızlığın olduğunu zorla kabul ettirdim kendi kendime.. kargalar sürüyle kartallar yalnız uçar sözünü de iliştirdim sık kullanılanlar atlasıma.. kuş uçuşu değil kartal uçuşu yalnızladım bi semtten bi semte giden araçlardaki iki kişilik koltuğu.. ve kulaklığıma getirttiğim müzik sesiyle tüm sesleri tek bir sese indirgeyerek kalabalıklar içinde artık tek başınalığın özgürlüğünü yudumlayacaktım.. ve son hamlesini yapan savaşçı gibi kapadım gözlerimi..

çünkü biliyordum;

gözden Irak olan, gönüle Fransız kalacaktı...