5 Aralık 2012 Çarşamba

follow edebilme ihtimali..

Soğuk ve şehiriçi otobüslerde vazgeçtim tweet okumaktan
Ve twitter sayfamda fenomen kokulu takipçimdi kankam..
Ben seninle bir gün Twitter'da menşınlaşabilme ihtimalini sevdim..
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
-Twitter'da metaforlu sonbaharlar yaşanırdı o zaman-
özlemeye başladım herkesi
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi tweetleri özlemeye başladım sonra..
Bizim CeriLevis'lerimiz vardı
Bir de fenomenlere menşın yazma imkanı..
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahperengi tweetlerde trollcülük oynamaya başladık..
Ben fenomen oluyordum, sen fenomeniye, geri kalanlar, onların amk ya..
Twitter'da boya yok ama umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü timeline'lara
ve Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle..
Abilerimizden öğrendik, sözlük entry'lerinden güzel tweet oluşturmayı..
Twitter'a usul usul aforizma yağıyordu
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu twitter fenomenleri..
Oysa Twitter'da hiç sevişmedim ben..
İsimsiz menşınlarda tartışılan aşkım olmadı benim..
Toplu menşınlarda kıçımıza batan platonik dm'leri saymazsak..
Twitter'a usul usul follow yağıyordu
Ve belli bir saatten sonra timeline'a çıkmamayı öneriyordu twitter fenomenleri..
Oysa hiç follow yaram olmadı benim
Ve hiç bir twitter #ff'inde geçmedi adım
Menşınların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece..
Sana tweetler biriktiriyordum taslaklar klasörümde, ama sen yoktun..
Ben, senin beni follow edebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde..
Tumblr kızları seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu..
Ben, senin benimle Facebook'a gelebilme ihtimalini seviyordum..
Ben, senin beni follow edebilme ihtimalini seviyordum..
#ff tavsiyesi followa çekiyordu tweetimin patlamaya hazır gevrekliğini
Sonra takip ediyordum, kırık yarık tweetlerin çare bilmez kişilerini..
Ne yana baksam fenomen ve komik sanıyordum
tweet ovasının çalıntı tweetlerini.. Fenomen oluyordum bir süre
yanımdan geçen fenomenlerle yarışıyordum, tweetim rt hesabı followumun garantisinde..
Fenomen oluyordum
Bir tweetden bir iç tweete..
Eski sevgilime sövdükçe büyüyordum..
En çok rt almış tweetlerimi başına koyuyordum favoriler listesinin..
Korkuyordum..
Sonra yazıyordum aynı tweeti..
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum..
Çünkü sonunda birinin amk bunu daha önce yazmıştın demesinden farketmesinden korkuyordum..
Soğuk ve şehiriçi otobüslerde vazgeçtim tweet okumaktan
Ve twitter sayfamda fenomen kokulu takipçimdi kankam..
Ben seninle bir gün twitter'daki bir menşın yazışmasında..
Ben seninle sadece takip edenlerin okumak zorunda kaldığı bir twitter hesabında
Ben seninle, fenomenlere mistik ve demli bir çay kıvamında bakan ünlülerin herhangi bir tweet rt'inde
Ben seninle herhangi bir followun ecel terleri dökerek güç bela 3-5 rt almış tweetinde olma ihtimalini sevdim..
Ben senin, beni follow edebilme ihtimalini sevdim!

1 Aralık 2012 Cumartesi

bu ülke, bu insanlar, bizim dostlar..

herşey hükümetin 2013 yılından itibaren okullarda serbest kıyafet uygulamasına geçeceğiz açıklamasından sonra başladı.. muasır medeniyet özleminde ki milyonlarca insan yıllardır dillere pelesenk olmuş ama avrupada şöyle ama avrupada böyle söylemlerini unutmuşcasına birden bu kararın en aymaz ve yılmaz düşmanı kesildiler.. dayandıkları noktalarda haklı oldukları taraf elbet vardı.. ama bu haklı oldukları anlamına gelmiyordu.. bu çelişkiyi ta en başından beri kendi söylemleri bu hale getirdi.. yıllardır hepimiz avrupanın çeşitli ülkelerinden gelen akrabalarımızın anlattıkları hikayelerle tanıdık avrupayı.. bu kendini herkesten üstün görme sanatı insanımıza öyle bir yerleşti ki; avrupalı akrabalarımız bile üzerlerine takındıkları görgüsüzlükleri hayat felsefesi olarak kabul ettiler.. bunun böyle olmasını da en çok yine biz istiyorduk aslında.. onlara olması gerektiğinden fazla ilgi alaka açık söylemek gerekirse yalakalıklar bizi bu hale getirdi.. avrupanın her şeyini iyi görmeye başladık.. avrupanın çağ ötesi olduğunu sanarak kendi insanımızı aşşağıladık durduk hep.. söylemeden geçmeyeyim asaletleri ile dünyaya nam salmış ingilizlerin hiçbir kraliyet sarayında tuvalet yoktur.. işte şemsiyenin yağmursuz günlerde de kullanılması, topuklu ayakkabıya ihtiyaç duyulması, parfümün yani güzel kokunun artık bir ihtiyaç haline gelmesi hep o herşeyine kayıtsız şartsız inandığınız avrupanın sizlere itelemesi.. neden bulunduğu hakkında eminim hiç biriniz kendinizi sorgulamadınız.. neyse mesele bu değil.. avrupanın her yaptığının her uygulamasının doğruluğuna namusu ve şerefi üzerine hatta inandığı en kutsal şeyler üzerine el basarak yemin edecek derecede entel ve bi o kadar da eğitimli güruh birden avrupalı gibi olmamıza karşı çıkar oldu.. neden?

efendim tek tip kıyafetler ile zengin ve fakir ayrımı olmadan herkes eşit bir birey olacakmış.. herkesle kendini eşit gören çocuğun kendini ifade etme özgürlüğü olacakmış kendine bir özgüven gelecekmiş.. bunlarda üzerlerine giydikleri paçavralar sayesinde olacakmış.. bilime bu denli tapan bu uğurda Allah'ı dahi inkar eden ben sadece gördüklerime inanırım diyen güruh diyor bunları hemde.. hani bilim hani eğitim? çocukları eğiterek değilde üzerlerine paçavraları giydirdiklerinde bu eşitliği sağlayacaklarını sanmaları da sanrıların en fenası bence.. bilmeyenler için söyleyeyim okullar çok özel durumlar dışında aynı semtin çocuklarını bünyesinde barındırır.. yani bu çocuklar sadece okulda değil sokakta da birbirlerini görüyorlar.. sokaklarda önlüklerle değil kıyafetleri ile oynuyorlar.. ve inanın ki sokaklar daha acımasızdır.. yaşı yetenler hatırlar bizim çocukluğumuzda siyah önlükler vardı.. sonra mavi önlükleri çıkardılar.. çünkü siyah önlüklerle çocuklar yeterince eşit olamıyordu.. mavi önlükleri alamayacak kadar fakir insanlar o zamanlarda da vardı elbet.. alamadılar.. peki ne oldu biliyormusunuz.. bir sapık türetildi.. siyah önlüklü çocukları kaçıran bir sapık.. doğruları yalnızca doğruları yazan şanlı medyamızda aylarca haber oldu bu.. sonra korku içindeki anne babalar borç buldu yediklerinden kesti ve çocuklarına aldı o mavi önlüğü.. sapık haberleri kesildi birden.. he o sapık hiç yakalanmadı merak eden olursa.. bunlar benim hatırladığım küçük ayrıntılar kim bilir daha neler var neler.. o zamanlarda muasır medeniyet için tek şart mavi önlüklerdi.. ülke olarak çok ileri gidecek çok aydın ve bi o kadar bilim adamlarımız yetişecekti bu sayede.. gülmeyin lan ciddi bişey anlatıyorum.. neyse avrupa ve onun muasır medeniyetinden bahsediyorduk değil mi?

diyelim ki avrupai muasır medeniyet bize fazla bunu haketmiyoruz, okullar tek tip kıyafetli öğrencilerle dolsun ki kıyafet alamayacak çocuklar rencide olmasın.. peki ayakkabılar? soğuk kış günlerinde karda yağmurda çamurda ince ayakkabısı ile okula gelen fakir çocuklar? sizin çocuğunuza kesinlikle su geçirmez botlar aldığınız yerde onların o güzel botları yok.. o çocukların sizin çocuklarınıza aldığı gibi kaz tüyü montları da yok.. sizin çocuklarınıza aldığınız şekilli suluklar kokulu silgiler en güzel yazan en pahalı uçlu kalemler o fakir çocuklarda yok.. sizin çocuklarınıza karnı acıkırda kantinden bişey alamaz diye cebine koyduğunuz harçlıklar da o fakir çocuklarda yok.. bakın bütün çocuklar orospu çocuğu değilldir.. sizin sandığınız gibi fakir çocukları ezmez.. onlarla ceplerindeki harçlığı paylaşır.. kantinden aldığı simiti böler kolasından bir fırt o bir fırt fakir çocuk çeker.. bunlar sizin hiç bilmediğiniz şeylerdir.. eğer bunları yaşamadıysanız bunu ailenizden aldığınız terbiyede arayın..

gelelim ailelerin kıyafet alamama meselesine.. dünyanın belkide tekstil bakımından en zengin ve en ucuz ülkesinde yaşıyoruz.. ayrıca her markanın entel dilinde imitasyon sokak dilinde çakması da mevcut.. hemde orjinalinden daha güzel olarak.. öyle büyük paralar falan da değil.. ne kadar biliyormusunuz? bir anne babanın 2-3 günlük sigara parası kadar falan.. bir anne baba çocuğuna sigara parası kadar bir kıyafeti de alamıyorsa onun anasını bacısını sikeyim afedersiniz.. salon adamı çizgimi bozdum ama bu kadar ucuz ve bedavacı yola başvuranlara inanın söyleyecek söz bulamıyorum.. sigara kullanmayan ama maddi durumu olmayan anne babalar içinse yüz yıllardır kullanılan bir müesseseden haber vermek isterim.. komşuluk.. bir insan durumu olmayan komşusuna yardım etmiyorsa orda söylenecek çok fazla söz yoktur.. mesele böyle uzar da uzar.. herkes bişey söyler herkes kendi dünya görüşündeki yorumu yapar ama kimse o insanları düşünmez..
sevmediğiniz insanların kılık kıyafetleri gözlerinize takılır ama sevdiklerinizin kıyafetleri sizi hiç rahatsız etmez mesela.. hükümet karşıtı arkadaşlar başbakanın, eşinin, kabinesinde ki bakanların binlerce liralık kıyafetlerini; hükümet yandaşı insanlar da muhalefetteki insanların kılık kıyafetlerinin binlerce liralık fiyatını yadırgar.. bu kıyafetleri giyerek fakir halkı anlayamayacaklarını iddia ederler.. peki size soruyorum cumhuriyetin kurulduğu yıllarda savaşlardan çıkmış yokluk içinde ki bir milletin başındaki insanlar; onlar çok güzel giyiniyorlardı mesela onlar da mı hatalıydı? onlarda mı halkını anlamıyorlardı? Mustafa Kemal Atatürk'ün kıyafetleri hususunda 'atam kadar şık kimse giyinmiyordu' sözleri her daim sosyal medyada yer alır.. kıyafetleri çok şık ve pahalı şeylerdi.. peki Atatürk'te halkından uzak mıydı? onları tanımıyor, onları anlamıyor muydu? ülkenin halini merak edenler araştırıp öğrenebilirler.. o yıllarda insanlar daha fakirdi.. gerçi güçleri olsa bile birşey alamayacak durumdaydılar.. neden? çünkü fazla bir seçenekleri yoktu..

bu örneği vermemde ki gaye Atatürk'ü yargılamak onu haksız çıkarmak elbette değil.. benim tek bir derdim var.. insanlara bu kadar ön yargılı olmayın.. sevmediğiniz bir yerden gelen birşeyi dinlemeden yok saymayın.. sadece sevdiklerinizin görüşleri sizin için değerli olmasın.. çünkü o değer vermediğiniz görüşler bir gün sizi yöneten zihniyetlerde olabilir.. o zaman yapacak bir şeyiniz kalmaz..

Mevlana Celaleddin-i Rûmi Hazretlerinin de dediği gibi;

''nice insanlar gördüm üstünde elbise yok; nice elbiseler gördüm içinde insan yok''

kıyafetlere bu kadar takılmayın..

7 Eylül 2012 Cuma

salaksınız..

çok iddialı bir giriş oldu değil mi? Aziz Nesin'in ülkenin bir kısım yüzdesi ile alakalı tespitine alkış tutup benim tespitime kızanlar yazının geri kalan kısmını okumasınlar.. okumaya devam edenler ile keyifsiz yolculuğumuz başlıyor..

bu yazının yazılma nedeni ile alakalı şunu söylesem fena olmaz.. Afyonkarahisar ilimizin askeriyesinin silah ve mühimmat deposunda bir patlama meydana geldi ve 25 askerimiz ortak kanıya göre yok yere öldüler.. ortak olmayan tek yan şuydu; birilerini suçlama telaşı.. hükümete giydirme telaşını bedeninin her bir zerresinde yaşayanlar tarafından bulunmaz bir fırsattı bu.. öyle de oldu.. istifa sesleri sosyal medyanın her bir zerresini titretti.. haklı olanları da yokmuydu içinde; elbette vardı.. ama içlerinde nerdeyse el sıvazlayıp bu haberlere sevinenler de vardı ki mesele bu da değil.. her olayda olduğu gibi bu olayda da birlik olmayı başaramadık.. şunu da belirteyim ki insanların birbirine karşı olması milli mücadele zamanlarında da vardı öncesinde de.. misal herkes Atatürk'ün meclis tarafından cumhurbaşkanı seçilmesini tüm mebus oylarını alarak oldu sanır ama ona oy vermeyenler de vardı.. mesele bu değil tabi ki; bu örneği neden verdim karşıt görüşün bir olmaya çabalarken bile olduğu gerçeğini hatırlayalım diye..

hiç bir karşıt görüşü de salaklık ile suçlamam.. çünkü kimse benim gibi inanmak yada düşünmek zorunda değil.. gelelim sıkıntıya.. sosyal medya çalkalandı.. fikirler düşünceler suçlamalar havada uçuştu hepsine eyvallah.. yüzlerce binlerce kez retweet edildi paylaşıldı kör göze parmak misali sergilendi.. sonra sözüm ona köşe yazarları o yazılanları aldı topladı bir bütün haline getirip zaten duymak istediklerini yazan insanların önüne sundu.. sonra bu über zeki insanlarımız bu yazılara "üfff işte bu" "tespit böyle yapılır" "işte gazetecilik budur" türünden gerzekliklerle zaten kendilerine ait olan tespitleri beğendiler..

hatırlatalım bab-ı âli zamanlarında fıkra muharrirlerinin yani şimdiki köşe yazarlarının yazdıkları fıkralar yani köşe yazıları edebiyat derslerine konu olur edebi olarak bir değer arz ederdi.. şimdi ki köşe yazarları oturdukları yerden hiç bir edebi değeri olmayan konuşma diline yakın bir şekilde yazı yazıyorlar.. hiç biri bir olay olduğunda olayın olduğu yere gitme tenezzülünde dahi bulunmuyor.. orada ki halkı tanımak o havayı teneffüs etmek gibi bir dertleri de yok.. tek dertleri patronlarının istedikleri gibi yazarak kitleleri galeyana getirip oluşan ranttan en iyi şekilde patronlarının faydalanmasını sağlamak.. tabi kendi ceplerini de doldurmadan olmaz..

yakın zamanımızda gazeteci kimliğine uyan birisini örnek vereyim.. Uğur Mumcu.. her ne kadar kendisini sevmesem de işine olan saygısı ve olayları bizzat yerinde tespit için gösterdiği çaba takdire şâyandır.. bu sebepledir ki kendisinin ülkesiyle alakalı tespitlerle dolu bir sürü kitabı vardır.. o çok beğendiğiniz yazarların hangisinin kitabı var bi düşünün.. misal yazılarına bittiğiniz Yılmaz Özdil'in kendi ilkokul terk yazılarını topladığı kitaptan başka raflarda saklanıp bir kaynak olarak faydalanılacak kaç eseri var? benim bildiğim yok..

özetle toparlayacak olursak zaten kendinize ait olan şeyleri ustaca önünüze sunan bu insanları beğeniyorsanız "salaksınız"dır.. duymak istediklerinizi yazıp sonra onları önünüze sunan bu asalak zihniyeti de bir an önce terkedin derim.. hoş terketmezseniz de bana ne? önemli olan ülkeniz değil siyasi partiniz zaten.. yani benim hırsızım senin hırsızından iyidir mantığı.. o zaman size kolay gelsin ne diyeyim.. hoşaf soğutmaya devam.. naçizane tavsiyem şudur ki bir olay olduğunda koşarak içine girmeyin biraz geride durun ve izleyin gerçekler tüm çıplaklığı ile orda duruyor olacaktır.. yönlendirmeler ile değil kendi araştırmalarınız ile fikir sahibi olabilmeniz temennisiyle..

hadi kalın sağlıcakla..

23 Nisan 2012 Pazartesi

Twitter üzerine..

Twitter ile tanışmamın üzerinden 3 sene geçti zorlasan 4 sene bile oldu belki.. O zamanlar dutluk falan değildi buralar ünlü kaynıyordu.. Bizde ünlüler neler yapmış alenen yazıyor hepsi de gerçek lan valla gazlamalarıyla geldik buraya.. Hiç kimse ben farklı bişey için geldim demesin yalanını büyük sikerim.. He tabi ki eski girişli olanlardan bahsediyorum.. Ünlü yalaklanmalarından bi yarrak çıkmayınca yapacak fazla bişey kalmadı.. Ters psikoloji ile televizyonlar onlarınsa internette bizimdir düsturu benimsendi ve sistem kendi içinde ünlüler çıkardı.. Artık yalaklanmalar onlara yapılıyordu.. Yani değişen bişey yoktu aslında.. Ünlüler bir bir yok oldu ve fenomenler türedi..

İşte ne olduysa ondan sonra oldu.. Tüm arkadaşlıklar kökünden sarsıldı.. Bok gibi yazan adamlar "kanka beni kassana"ları ile en samimi arkadaşlarını bunalıma sürükledi.. Ama bişeyler ters gidiyordu takipçiler yeterli hızla ilerlemiyordu.. Böyle Rt hesapları üretildi.. Herkes takip edildi takip ettirildi "şu kadar takipçimiz olduğunda rt yapmaya başlayacağız" diyerek herkese büyük gazlar verildi.. Sonra başladı rt'ler.. Sanal alemlerde "sakın kimse gelmesin" yavşaklığı takınanların hepsi buraya daha fazla adamı nasıl yığarızın derdine düştü.. Belirtmeden geçmeyeyim sizin fenomen sandığınız birçok hesabın kendisine ait RT hesabı var.. Yoksa da en yakın dostları ile dirsek temaslı sen beni kas bende seni kasarım olayındalar.. İşin boyutu bi yerden sonra öyle bir yere gitti ki binlerce sahte hesap açıp kendini takip eden manyaklar mı dersin, parayla takipçi kazandırıcam diyen hacker mı dersin nerde beyni alınmış öküz varsa geldi buralara.. He bu arada iyi yazan adamlarda ya çok az yazdı ya da eskisi gibi keyif alarak yazmadı burda..

Bunları yazmamdaki tek neden epey iyi bir takipçiye sahip olmama rağmen; takip ettiği, götünü yaladığı, mention atsa kendini kaybedecek kadar ünlü manyakları tarafından takipçi peşinde koşuyor olarak suçlanmamdır.. Tekrar tekrar söyleyeyim; takipçi manyağı birisi olsam mutlaka rt hesabı açar o olmazsa tüm rt hesaplarını takip eder o da olmazsa çok takipçili tüm arkadaşlarımın dm'lerinde beni kasın isterseniz veririm kıvamına gelene kadar yavşardım..

Facebook'dan sıkıldığı için bir sığınak gibi geldikleri bu sitede "Allah'ını seven şunu rt'lesin" "Atatürk'ü seviyorsan takip et" "Peygamberi seviyorsan destek ver" gibi eylemler maalesef burda da devam etti.. İstediğini takip edebildiğin bir sistemde dahi "sen bunu niye takip ettin" "sen bunun hakkında nasıl yazmazsın" "vatanını sevsen biraz da bunu yazarsın" "çok mu komiksin vatan elden gidiyor" "CHP'ye oy vermezsen orospu çocuğusun" "AKP'ye oy verirsen vatan satıcısın" gibi salaklıklara hepiniz alet oldunuz.. Sonra da en iyi demokrat biziz geri kalan herkes faşist yaftalamalarını hiç utanmadan yapıştırdınız..

Gülmek eğlenmek içimizde birikenleri yazmak için geldiğimiz şu sitede neredeyse yazdığımız herşeyin hesabını veriyor olduk.. Sevgili arkadaşlar istediğinizi takip edip istemediğinizi takip etmemek gibi bir hakimiyetiniz söz konusu iken bu hırs bu intikam duygusu bu agresiflik bu manyaklık neden? Eminim lan arkadaş niye bu kadar doldun demek ki koydu diyenler olabilir.. Hemen niye bu kadar dolduğumu söyleyeyim;

EŞŞEĞİN ZİKİNDEN DOLAYI!!!

10 Ocak 2012 Salı

Otobüs..

evden her sabah erken çıkacağıma yeminler içerek, 'lan olm bu sefer işe geç kalmayacaksın' diye kendimin dahi inanmadığı sözleri vererek günlerimi noktalarım.. sabah erken saatte henüz karga bokuyla cebelleşiyorken uyanır, yatağın içinde telefonumla sosyal platformlara dalar, facebook'ta istem dışı eklendiğim sayfalardan gelen mesajlara 'acaba güzel bi kız bişey mi yazdı?' diye heyecanlanır; sonra aklıma gelen en nadide küfürleri bir bir sıralarım.. twitter'da hiç mention gelmiş mi? hiç retweet almışmıyım? diye bakınır, followers kişilerimden beni silenlere bakar 'sizin de amınıza koyim lan siktirin gidin saçma salak burç yorumları yapan beyni alınmış öküz karıların hesaplarını takip edin, tabi yazdıklarım zorunuza gitti dimi' diye kendimi avutur sonra teknolojinin tüm nimetlerini bünyesinde barındıran telefonumun içersinde bulunan applicationların güncellemeleri var mı diye kontrol eder, hiç geçemediğim oyunların bölümlerini 'lan sabah sabah libido tavan, ereksiyon da doruklarda belki bu sefer geçerim' düşüncesiyle oynar hemen yutulur küfürler ederek kapar ve saatime bakarım.. kısır gibi görünen bu karmaşık döngü nerdeyse her sabah aynı şekilde devam eder.. sonra geç kaldığımı farkettiğim anlar başlar.. 'ananı skim yine geç kaldım' diyerek elime ne geçerse giyer sokağa fırlarım.. ola ki renk seçeneğini tam yapamamış, alakasız giyinmiş birisi ile karşılaşırsanız; boyu sizden uzun ve de kalıplı biriyse gülmeyin; kuvvetle muhtemel o kişi benimdir ve de çok pis döverim..

evden dışarı çıkar, önce sağıma sonra soluma öyle bir bakarım ki gören beni trafik kurallarına çok uyan birisi sanır.. alakası yok tabi.. amacım mahallenin olası gözden kaçmış yüzüne bakmağa doyulmayacak kadar güzel kızlarının varlığını tespit edebilmektir.. ne mümkündür ki her sabah aynı hüsran ile yüzleşir, beni amansız ve zamansız bir lojman griliğine sürükleyecek otobüsün yolunu tutarım.. yol güzergahında tek bir gülen yüz hatta siktir et tek bir kız dahi olmaz.. ama otobüs durağında hep aynı kalabalık beni bekler gibi öylece durur.. yıllardır aynı duraktan otobüse binmemize rağmen tek bir cümle sohbet etmişliğimiz de yoktur hiç biriyle.. zaten ben öyle bir zamanlama ile gelirim ki durağa, benim köşeyi dönmemle otobüsün ters istikamette ki köşeyi dönmesi aynı zaman dilimi içine hapsolur.. belden, çevik ve kıvrak hareketlerle orda bekleşen kalabalığa feyk atar otobüse bir şekilde herkesten önce binerim.. bunu da şuan durağı kullanmayan yavşak bir çocuktan öğrendim.. ne yaptıysam ne ettiysem o çocuktan önce otobüse hiç binemedim.. lan ama dur yalan olmasın bir keresinde binmiş onda da ben mal gibi ayakta kalmış o çocuk laaaaps diye oturmuştu boşalan koltuğa.. o günden sonra da hiç bulaşmadım ona; önde bile olsam buyur bilader geç diye yer verdim.. sabrettim, sabrettim ve sabrederek sabretmeye devam ettim.. biliyordum ki sıra mutlaka bana da gelecekti.. neyse uzatmayayım; otobüsün içi tecavüze yeni uğramış ve yataktan zorla kaldırılmış insan yığınları ile dolu olur her sabah.. ama sonraları farkına vardım ki hepsi bir yalanın, dümenin eseriymiş.. sonraki duraklarda binen yaşlı insanlara yer vermeme adına yapılan yavşaklıklarmış hepsi.. bazen insan 'lan arkadaş bu saatte de ne işiniz var, psikopatmısınız ya bi saat sonra çıksananız dışarı, iş saatini mi buldunuz' demeden edemiyor.. işte ben de o anlarda kulaklığımı cebimden çıkarır daha önceden karışmaması için lastikle doladığım kulaklığı hiç karıştırmadan bir seferde açar, telefonuma takar ve müziğin ritmine kendimi daldırırım.. bu yer verme mevzusunda daha önceden yer verdiğim yaşlıların iki durak sonra indiklerini yerlerini de sığır sığır insanlara verdiklerini belirtmeden geçmeyeyim.. sonra bana lan göt utanmıyormusun niye yer vermiyosun diye hayıflanmayın.. yada hayıflanın amına koyim lan bana ne.. neyse ben müzik dinlerken mütemadiyen otobüste sesten rahatsız olan bir denyo muhakkak beni bulur.. ben kulaklığımla zor duyarken sen otobüsün hayvan gibi motor sesinden sektirip benim kulaklarımdan sızan müziği nasıl duydun der gibi bakar 'buyur bilader' diyerek elemanda hafif bir tırsma belirtisi uyandırırım.. o da bana müziği az kısabilirmisin der bende 'tabi kısarım neden kısmayayım' diyerek elimle sanki müziğin sesini kısıyormuş gibi yapar ama asla müziğin sesini kısmam.. o bişeyleri başarmış olmanın verdiği gurur ile sevinirken ben üzerime takındığım yavşaklıkla müziğin ritmine daha da kapılır isyankar bir moda bürünürüm.. sonra otobüs içinde ceylan gibi, bıldırcın gibi kızları seyre dalar 'vay babağun kemüğüne ne de güzel gızmış' diyerek gözlemlerime yoğunlaşırım..

otobüslerin olmazsa olmazlarından birisi de ters koltukta seyahat edemeyen yaşlı teyzelerdir.. onların karekteristik özellikleri ters koltukta gidemediğini belli edercesine hareket etmeleri ama asla da koltuğu terketmemeleridir.. hiçte eksik olmazlar her durakta onlardan en az bir tanesi otobüse biner.. ve her durakta mutlaka oturması gerekir bir edayla otobüse binen, İngiliz kraliyet mensubu bir prenses aymazlığını üzerinde barındıran, çoğu zaman çakma çanta ve ayakkabıları ile kendisinde bir uluviyet hisseden kızlar; onlar benim neşe kaynaklarımdır.. onların yüzlerinde kalabalıktan oluşan ifadeleri görmenizi isterim..

aslında hayatın ta kendisidir otobüsler.. inenler binenler her kesimden insan profilleri ile doludur.. kimisi mecbur olduğu için hergün; kimisi bir mesafeyi kat etmek için o an otobüsü tercih ederek farklı bir hayatın keşmekeşine karışırlar.. yazın sıcaktan bunalıp cam açanlarla, o camdan gelen rüzgardan rahatsız olup camı kapattırmak isteyenler; kışın kaloriferden rahatsız olup cam açanlarla o camdan gelen soğuktan rahatsız olup camı kapattırmak isteyenler aynı otobüsün insanlarıdır.. ve bu döngü otobüs ve insan var olduğu müddetçe devam edecektir..

hem yazın hem kışın guinness rekorlar kitabına rekor denemesi yaptırıyormuş gibi otobüsleri hınca hınç dolduran şöförler de ayrı bir parantez açılarak incelenmelidir.. hiç unutmam bir seferinde otobüs o kadar kalabalık olmuştu ki şöför bile bi müddet ayakta gitmek zorunda kalmıştı.. yine bir seferinde şöför 'arkalara ilerleyelim arkadaşlar' demiş bende tüm hayvanlığımı sergilercesine 'abi üst kat kapaklarını açta biz üst kata çıkalım böyle olmayacak' diyerek herkesi güldürmüş adamı da rezil rüsva etmiştim..

otobüsün olmazsa olmazlarından birisi de entel dantel kesimidir.. hayvani ebatlardaki kitapları, kemik çerçeveli gözlükleri, ekose desenli fularları, kulağında kulaklıkları ile hep otobüs koltuklarını işgal ederler.. hiç kimseye de yer vermezler mesela.. işte o an ben sizin okuduğunuz kitabı sikeyim orda mı yazıyor lan yaşlıya yer vermeyin diye küfürleri bir bir sıralarım.. sonra ulan kitabın ne kabahati var mevzu tamamen kızların kevaşeliği erkeklerin piçliğinden kaynaklanıyor diyerek de kendimi bir güzel sakinleştiririm.. he unutmadan geçmeyeyim bir de otobüste kendisine temas edildiğinde namusunu kaybedecekmiş gibi şekilden şekile renkten renge girenler vardır, bir yer boşandığında onları da görmenizi isterim..

ben eminönü otobüsüne bindiğim için İstanbul'un en güzel yerlerini göre göre işe gider, manzaranın muhteşemliğine dalarken hep aklıma otobüs camlarının neden bu kadar büyük oldukları takılır, 'lan acaba dışardaki insanlara afiş mi oluyoruz amına koyarım lan öyle bişey varsa' diyerek değişik düşüncelere dalar, daha sonra ünlüzadelerden bir kadının gazeteye "cipimle giderken otobüste gidenleri görünce ağlıyorum" demeci gelir ve ben ağız dolusu küfürü otobüs camında eritirim.. sabah sabah bi ton da günaha girdik geçmişini sikeyim diyerek beni bu günaha sürükleyenlere küfür etmeye devam ederken otobüste karaköy'e gelmiş olur.. işte benim tüm enerjimin tükendiği hayattan soğuduğum anlar başlar.. zira otobüste ne kadar yüzüne bakılmaya doyulmayacak kadar güzel kız varsa sanki anlaşmış gibi hepsi karaköyde otobüsten iner.. peki size sorarım; tüm ergenliği abilerinden karaköy'de ki kerhane hikayeleri dinleyerek geçen birisi olsanız siz ne düşünürsünüz? evet aynen bende öyle düşünüyordum ilk zamanlar.. oha lan arkadaş bu cirlop gibi kızların hepsi mi orospu, niye lan, böyle adalete sokayım diye isyan edip; Allah kurtarsın diye dualar ederek insaniyet sınırlarını zorlarken; bi gün karaköy'de enine boyuna dolaştığım da tüm bu düşüncelerimden arınıyordum..

otobüs galata köprüsünü yarılamışken belkide dünyanın en güzel manzarası otobüsün her camına yerleşir.. işte o an otobüste değil de sanatsal bir sergide olduğunuz hissine kapılırsınız.. bir camda galata kulesi, bir camda eşsiz istanbul manzarası, bir camda vapurlar, bir camda yeni cami sizi karşılar sabahın o en can sıkan zamanında.. ve otobüs demir atan bir gemi gibi eminönü durağına yanaşır tüm heybetiyle.. üzerine ölü toprağı serpiştirilmişcesine hayvan gibi uyuyan insanlar birden uyanır, otobüsten ilk önce inince dışarıda birisi onlara aferin diyecekmiş gibi kapılara yığılırlar.. benim otobüsten inişimde hemen o anlara denk gelir.. işte o saatten sonra ömrümün en uzun ömrümün en kısa yolunu adımlarım.. altımdan o koca dekoru çekiyormuşlarcasına ben ilerledikçe herşey geri gidiyormuş gibi gelir bana..

ve ben; çalışıyormuş gibi yapmaktan yorulana kadar geçen zaman dilimi içinde zamanımı tüketir, akşamın karanlık ve puslu yollarında beni evime götürecek otobüsün yolunu tekrardan tutarım..