15 Aralık 2010 Çarşamba

aylardan hüzün mevsimi...

çayın demine karışmıştık seninle;
bir kaşık karıştırdı ikimizi..

sen bir yana,
ben bir yana,
dağıldık..

seninle aynı bardak içinde
AYRILDIK...

10 Aralık 2010 Cuma

otostop...

toros dağlarının bir ağaç gibi dallarını uzatıp eriştiği bir şehrin unutulmuş ilçesinde daha da unutulmuş üniversite öğrencileriydik hepimiz.. lise de abazanlığının doruklarına tırmanmış ve üniversite de ciks ortamlara dalma hayaliyle kavrulan ergen gerileriydik.. ama o ortamları kılığı kıyafetiyle, konuşmasıyla ve de kuvvetle muhtemel sıktığı kolpalarla ortam piçlerine çoktan kaptırmıştık.. artık tek yapmamız gereken kenetlenmek; kendi ortamımızı kurmak; abazanlardan kurulmuş olsa da içinde bulunduğumuz durumdan zevk çıkarmaktı.. nasreddin hoca kökenli o yavşak arkadaş sandığımız şerefsizler bi ağaç dibine oturmuş etrafına çember kurmuş kızlara heredot cevdet misali hikayeler eşliğinde paso yalanlar sıkıyordu.. bizde onları umarsamayan poppili insanlar gibi uzun eşşek kısa sıpa orta boy sığırcık oyunlarını oynayarak günümüzü gün ediyorduk..

böyle sıkıcı olduğunu hemfikirlediğimiz tam yedi (rakamla 7) beyni alınmış öküz olan bizler okulun giriş kapısına amors durmuş ne yapıcaz olm derdindeydik.. millet karı kızı kafalamış tahminen altıyüz bilemedin yediyüz metre rakıma sahip tepedeki kaleye çıkıyordu.. amaç her yanı dökülmüş skindirik kaleyi görmek değildi tabi.. piknik ayağına yavşayacaklardı kızlara.. biz gitmedik.. hayvan gibi abazanız ama kendimizi öyle bi ağırdan satıyoruz öyle de bir şartlamışız ki gören bizi entellektüel bi grup sanır.. ama birazdan yapacaklarımızı anlatınca bizden tiksineceğinize, malmısınız olm siz diyeceğinize de adım gibi eminim.. hâlâ kimin sorduğunu kimin de hadi lan yapalım dediğini hatırlamadığım olaya doğru adım adım sürükleniyorduk.. ve birisi sessizliği yırtarcasına sordu:

-olm otostop çekelim mi lan?
-çekelim çekelim de nereye gidicez?
-nereye kadar gidebilirsek amk..
-tamam lan hadi gidelim.. skmişim ortamlarını zaten..
-tamam nereye gidiyoruz?
-aga mut'a gidelim mi lan?
-gidelim mut'lu olalım.. ehehehehehe

bu salak konuşma bunun gibi anlamsız bir sürü gereksiz cümle ve kelimelerle devam etti durdu.. kimin sorduğu kimin kabul ettiği hâlâ büyük bir muamma olarak kalsada herkeste eşşekler gibi hatırlar bu mevzuyu.. tarihe geçecek bu yedi (rakamla 7) salağı da ölümsüzleştirmek isterim burda.. kimler mi vardı peki.. kafadan tabiki ben.. o zamanlar üniversitede kankam olan urfalı mı antepli mi olduğunu kendisinin de bilmediği birecik'li şevket.. aramızda psycho ismini taktığımız manyaklığın doruklarını zorlayan mersinli kenan.. aslen artvinli ama bursa'nın ufak tefek taşlarını yalayıp yutmuş mesut.. okulda efsaneye dönüşen laz zekasıyla bizi kendimizden geçiren c-what.. üst sınıftan ama yanımızdan hiç ayrılmayan hakan.. ve hatırlayamadığım ama kuvvetle muhtemel olmasını düşündürdüğüm zonguldak'lı asım..

evet otostop çekicektik ama yolun büyük kısmını mal mal yürüyerek geçirmek de söz konusuydu.. geri dönmeyeceğimize yeminler içtik dönenin annesini övgü sözleriyle yücelttikten sonra yola koyulduk.. görünüşte doksan kilometre olan mesafe hiçte sanıldığı gibi bir yol değildi.. resmen il değiştirecektik.. hepimiz durumun bilincindeydik.. yaklaşık beş dakika yürüdükten sonra ilk kurbanımız olan araba yanaştı.. el ettik insanca durdu.. abi nereye gidiyosanız bokunuzu yiyim bizi de götürün dedik.. olm kalabalıksınız anca iki kişi alabiliriz dedi.. iki tane yavşak koşarak atladı arabaya.. sizde arkadan gelirsiniz diyerek de gayet lakayıtça cevaplarla uzaklaştı şereften yoksun insan müsveddeleri.. neyse peşine bi araba daha.. iki kişi de ona bindi.. bi araba daha derken üst sınıftan kurnaz olacağını düşündüğümüz hakan'ın malak gibi bi başına kaldığını gördük.. güldük mala bak lan bi de bizden eski olacak dedik ama adamı biraz fazla hafife almışız.. on dakika sonra bi motor arkasında mola yerine o da ulaştı.. anlıyacağınız bindiğimiz tüm arabalar bizi bi noktaya kadar getirmiş, oraya giden hiç kimse geri dönmedi buraya kadar gelebiliriz korku filmini yaşattılar bize.. bizde biraz yürüyelim amk ne güzel sağı solu keseriz dedik.. tabi istanbul çocuğuyuz ya manzara görücez.. beynime tükürdüğüm benden çıkmıştı bu fikir.. o salaklar da nasıl olsa istanbul çocuğu vardır bi bildiği diyerek kabul ettiler.. ulan ne kabul ediyosunuz daltaraklar.. diyinsene oraaaan safinyomusun her taraf orman her taraf dağ, taş, toprak.. ne bok yicez.. ama yok sazanus dardanalyüs gibi zıpladı hepsi.. biz bu şekilde yaklaşık on beş kilometre kadar yürüdük.. bi toz bulutu yükseldi.. aha diye sevindik.. bi baktık bi kamyon.. ulan dedik kamyoncular adamdır.. halden anlarlar felan.. durdurduk o da durdu tabi..

-hayırdır gençler nereye?
-abi mut'a gidiyoruz bizi de atsana..!
-kalabalıksınız olm.. en fazla iki kişi dedi..
-(içimden) hay aq nedir bu iki kişi sevdası..
-abi kasaya atlarız biz de hee ebemiz züküldü saatlerdir yürüyoruz..
-olmaz kasa kömür dolu gelmiyosanız ben gidiyorum..

dedi kahkaha atarak.. ne gülüyosun tipsiz şebelek diyemedik tabi adamda levyedir, lokma takımıdır vesair bi sürü yaralayıcı darp cihazı olabilirdi.. daha önce küfürleşmenin ötesine gitmediğim adamlarla da kavgaya giremezdim.. satabilirlerdi beni.. zaten kavga edecek olan potansiyeldeki bi kaç arkadaşla beni bi sağlam döverdi adam diye düşündükten sonra adamın gidişini izledik.. ancak c-what şerefsizi koşarak arabanın arkasına takıldı bunu gören üst sınıf hakan da atladı derken bi bok varmış gibi bende takıldım.. üç kişi sığırlamasına kamyon arkasına takılmış diğer arkadaşlarımızı umursamazca yola düştük.. arkadan küfürleri duyamayana kadar uzaklaşınca olm dedim adamlardan çok da uzaklaşmayalım ilerde bi yerde araç yavaşlayınca atlayalım.. on beş yirmi dakika
kadar o şerefsiz şöför sanki arkada olduğumuzu biliyormuşta düşürmek için çabalıyormuş gibi hızlandıkça hızlandı.. en sonunda bi rampa gibi bi yere gelince yavaşlamak zorunda kaldı.. önce c-what sonra ben atletizimci edasıyla atlayıp şekiller yaptık.. aha bi de ne görelim hakan dallaması hâlâ arabanın arkasında.. atlasana lan nereye gidiyon diye bağırmalarımızdan sonra bu kendini tecavüze uğramak üzere olan bi insan gibi kamyon kasasından aşşağı attı.. zaten hafif kilolu olan birisi hafiften hızlanmış bi arabadan atlasa ne olur? tabiki ivmeyle yalpalar bi kaç adım kendini dengelemeye çabalar sonra da o kiloların etkisiyle düşer.. hakan da bizi hiç yanıltmadı ama bi düşüşü var çenesinin üzerine anlatamam.. resmen süzüldü hatta bildiğin tüm fizik kurallarını yerle yeksan edercesine uçtu.. adamın ağzı burnu kanıyo ama ben yere yatmış gülüyorum o derece.. hakan yarı ağlamaklı bi şekilde kanayan yerlerini tutup bize küfürler ediyordu.. bizde cebimizde kullanılmış sümüklü kağıt mendillerle pansuman yapıyorduk.. bi an aklıma öyle ormanda mal gibi mahsur kalmış insan belgeseli seyrettiğim geldi.. gittim ottur yapraktır bitkidir ne varsa topladım bastım suratına.. yediğimiz küfürle kaldık tabi bi boka yaramadı.. iyi de aq televizyonda adam ne biçim yapıyodu işte.. neymiş bu o bitki değilmişmiş.. ulan bitki işte ne ayrım yapıyosun göt.. neyse böle böle biz oturduk kaderimize küsüp başımıza gelecekleri düşünmeye koyulduk.. sonra bi araba sesi duyuldu ama motoru çok güçlüydü.. bi baktık otobüs.. el ettik abi dedik parası neyse verelim bizi de al.. adam tamam atlayın dedi.. arka kapıdan yolcuları işkillendirmeden bindik.. bi de ne görelim bizim grubun geriye kalan yavşak takımı otobüsün en arka koltuğuna yayılmış bize gülüyorlar.. hemen mevzuyu bunlara anlatıp tüm dalga mevzusunu hakan'a yıkıp kendimizi sıyırmıştım bu işten.. neyse sonunda yolun yarısına yakınını yürüyerek bi kısmını otostopla bi kısmını da otobüsle kat edip mut'a vardık.. artık mersin il sınırları içindeydik..

gidicek hiçbir yerimiz yoktu.. hiç kimseyi de tanımıyorduk.. hava zaten kararmıştı.. şevket karayolları müdürlüğüne gidelim dedi.. misafirhanesi vardır gece orda kalır sabahta bi araç bulur dönerizi de ekledi cümlesine.. düştük çoban peşindeki koyun sürüsü gibi şevketin ardına.. sora sora bağdat bulunurmuş ya biz karayolları müdürlüğünü bulduk.. adam bize baktı en fazla dört kişilik yerimiz var dedi.. almadı şerefsizin evladı.. bizde üstelemedik.. sonra şevket'ten külçe külçe fikirler dökülmeye başladı.. olm gidelim öğrenci evleri vardır buralarda diyelim böyle böyle kimliklerimizi gösterelim alsınlar bi gece bizi eve misafir etsinler.. abartmıyorum en az on onbir eve gittik hepsi mırın kırın etti.. küfür ede ede dedim gidelim lan bi parka hava zaten güzel kalırız sabaha kadar.. ilçenin en orta yerinde ki parka giderken yolda bi minübüs gördük üzerinde geldiğimiz yerin adı yazıyordu.. o esnada nasıl bi sevinç çığlığı attığımızı açıklamayacağım.. koşarak arabanın önünü kestik.. adam durdu..

-hayırdır gençler..?
-abi sen şurdan mı geliyosun..?
-yok hayır buralıyım ama sabahları oraya gazete götürüyorum bi de insan taşıyorum..
-abi biz orda öğrenciyiz..
-hadi lan harbi mi?
-valla abi..
-aa dur lan bi dakka ben seni tanıyorum meydanda çok gördüm seni gelin atlayın bakıyim arabaya..
-Allah Allah Allah Allah Allah Allah Allah (burda resmen hücum ettik arabaya)

götümüzü kurtarmış olmanın verdiği sevinçe atladık arabaya levent abi soruyo biz anlatıyoruz.. dedik levent baba esti bizde düştük yollara.. adam bizim manyaklıklarımızı dinledikçe daha bi ısındı sanki bize.. bi kaç telefon açtıktan sonra arkadaşları da geldi.. şimdi şöyle bi manzara düşünün içi nevaleyle dolu bir arabadasınız yolda ilerliyorsunuz ve tam yanınızdaki minübüste de keman darbuka ve muhtelif müzik aletleriyle bi orkestra saatte 15 km/h hızla hareket ediyor.. evet bizde ağzımız açık izledik onları.. bi boş araziye çektiler.. ulan yapraklara yan bastık diye düşünüyorum ben ama adamlar halay çekiyo oynuyo kafalar bi milyon umurlarında değil hiç bişey hatta biz bile.. levent abi sonra bizi aldı alabalık tesislerine götürdü gecenin bi vakti.. gezdirdi dolaştırdı.. sonra da abisinin kayısı ithal ettiği ofisini açtı bize.. arabanında ofisinde anahtarını bıraktı gezin dolaşın eğlenin sabah da beraber gideriz dedi.. oha dedik kendi kendimize ama acaip de sevmiştik adamı.. tam yedi (rakamla 7) kişi o gece hayatımızın en unutulmaz dakikalarını yaşadık.. gece mersin sokaklarında birbirlerine kurşun sıkanları gördük.. kavga edenleri duyduk.. şişe fırlatanları süzdük.. ama hiçbirinde götümüz yemedi dışarı çıkmaya.. pustuk kaldık.. cenin pozisyonunda uyumaya çalıştık.. aman kimse duymasın kapıya dayanmasınlar diye.. sabah olduğunda levent abi geldi aldı bizi geri götürdü.. ertesi gün yaşadıklarımızı anlattığımız kimse bize inanmadı.. sittirin gidin lan dediler.. ama biz o gece lokantada yemek yemiş fişlerini de cebimizde saklamış alın lan diye gözlerinin içine sokmuştuk.. gene inanmak istemeseler de kıskanç köpekler diye kızıp gene kendi iç dünyamıza büründük..

o okulda okumanın dışında sanırım herşeyi yaptık biz.. ve bu sadece bi anı.. belki de en masumu..


not: yazıda geçen ''mut'' mersin ilinin bir ilçesidir.. yazıda geçen ''birecik'' de urfa ile gaziantep'in tam sınırında bulunan bir ilçedir..

5 Aralık 2010 Pazar

istanbul...


sevgili İstanbul; sana özür mahiyetinde yazıyorum bu yazıyı.. çünki biz seni anlayamadık.. seni bir bütün olarak değil sadece semt semt sevdik.. oysa bütünün için türlü savaşlar verildiğini unuttuk.. şairlerin senin sadece güzelliklerini değil çirkinliklerini dahi severek şiirleştirdiğini görmezden geldik.. nerende eğlence varsa nerende ışıklı neon tabelaları varsa oraları sık kullanılanlarımıza ekledik.. hiçbir semtini de yeni sekmede açamadık.. hep aynı yerlerde dolandık durduk..

ne zaman sana özlem duyan birileri olsa taksim'i nişantaşı'nı sarıyer'i kadıköy'ü anlattık durduk.. buralara gitmeyene insan dahi demedik.. ooo boşa yaşamışsın sen.. ben İstanbul'luyum da deme aga kendine yavşaklığını takındık sıfatlarımıza.. o çok sevilen semtlerinin manzarasında gitmeyi istemediğiz semtlerin olduğunu da hiç bilemedik.. biz seni değil kalabalıkları sevdik aslında.. ve en çok da kalabalıklarına küfrettik amaçsızca.. seni sevmeyenleri, sana denk iller türetmeye çabalayanları entellektüel sandık durduk.. hiç bilemedik cehaletlerini sana yamamaya çalışarak gizlemek istediklerini.. içinden su geçen venediğe gitme hayaliyle götümüzü yırtıp durduk da; içinden deniz geçen seni adam gibi sevmesini beceremedik..

sevgili İstanbul; en güzel manzaralarını içinde saklayan eyüp'ü eminönü'nü fatih'i tu kaka yerler listesinde zirvelere çıkardık.. varoş diye de aşşağıladık bazı semtlerini.. ama hiç bilemedik o varoşlarda biz rahat edelim, bayramlarda doya doya gezelim eğlenelim, avm'leri dolduralım diye oralarda yaşadığını.. ama hep hâkir gördük hep olmasınlar abicim sittirsin gitsinler İstanbul'dan dedik şımarık çocuklar gibi.. seni sahiplendik, istediğimizi aldık istediğimizi kovduk ama hiç gitmedik bazı yerlerine.. arnavutköy deyince aklımıza hemen o lüks semti getirdik.. hiç bilmedik sultançiftliğinin ilerisinde de bir arnavutköy olduğunu.. beyoğlu'nu tarihi için değil de kalabalığındaki güzel kızlar, erkekler için sevdik durduk.. ama hiç bilemedik o güzel kızların erkeklerin varoşlardan gelebilmiş olacağını.. hep cihangir'den taksim'den şişli'den geldiğini sandık.. feriköy'ün otobüsünü görmeden önce anadoluda bir köy sandık; nişantaşı'nın hemen dibinde bir yer olduğunu öğrendiğimizde şaşırdık.. dedim ya İstanbul biz seni hakkıyla sevemedik.. biz seni mehmet'le de meltem'le de sevinç'le de sevemedik.. kimi sevdiysek onu barındırdığın için sevdik.. sevdiğimizi de hiç belli etmedik İstanbul.. hani insan sevdiğini kırarmış derler ya seni yıkarmışcasına attık elimizdeki çeri çöpü kaygısızca oraya buraya.. seni biz kirlettik ve sonra seni kirletenlere töresel namus cinayetleri kurguladık.. hiçbir zaman kendi kafamıza sıkamadık.. hep bir başkasına sıktık durduk; her sana yeni gelenin -seni yeneceğim İstanbul- diye içinden haykırması gibi..

sevgili İstanbul; varoşlarına avm kısaltmasıyla küçük şehirler kurup anlık lükse kapıldığımız için senden özür dileriz.. vivaldi'nin four seasons'ı eşşekler gibi beğenip senin four culture'ünü kabullenemediğimiz için de senden özür dileriz.. hep şaaşa bol müsriflik illetine düçar olmuş duygusuz hissiz derilerle üzerini adımladığımız için de senden özür dileriz.. yedi tependen de teker teker özür dileriz.. her semtini ayrı ayrı sevemediğimiz yetmiyormuş gibi birde burun büküp ağız yamultup -bu ne yeaaaa- diyen o şerefsiz züppe gençler adına da özür dileriz.. tarih kokan duvarlarına buraya ilan yapıştırmak yasaktır afişleri astığımız için de özür dileriz.. sadece tek bir kanala kitlemişken tüm görüş açımızı yüzlerce lira verip taktırdığımız ama asla seyretmediğimiz kanallara rağmen görüntü kirliliğine sebep olan çanak antenler adına da özür dileriz.. birinci dereceden tarihi eserlerini araya tanıdıklar sokarak lokantaya otele çevirdiğimiz için de özür dileriz.. benzinin fiyatına küfredip toplu taşıma araçları yerine özel otomobilimizle sokakları arşınlayıp trafiğe sebep olduğumuz, klaksonlarımızı hayvanlar gibi çalıp seni rahatsız ettiğimiz için de özür dileriz İstanbul.. senden özür dilediğimiz için de özür dileriz İstanbul..

sevgili İstanbul; yaramazlık yapınca annesinin eteğine yapışan ufak çocuğu kucaklayan bir anne şefkatiyle bizi kucakladığını biliyor buna şaşı bak şaşırıyoruz.. ve hiçbir zaman da resimde görmemiz gerekeni göremiyoruz.. sana dair ne yazsak biliyoruz ki ucu bize dokunacak onu da biliyoruz.. belki de tüm susmalarımızın asıl sebebidir bu suçluluk duygusu..

sevgili İstanbul; sevdiğin İstanbul gibi olacak fethi zor fatihi tek diye kendimizi kandırdığımız delikanlı ayaklarıyla senin hergün ırzına geçtiğimiz için de senden özür dileriz.. fatih sultan mehmed seni fethettiğinde içinde yaşayan her insana ayrı ayrı saygı duyduğunu unutup bizden farklı diye dövdüğümüz bıçakladığımız hatta öldürdüğümüz insanların kanlarıyla seni suladığımız için de senden özür dileriz.. hergün seni senden uzaklaştırıp seni sana yabancılaştıran yaşanılmanı güç hale sokan zihniyetimiz adına da senden özür dileriz.. ve sonra tüm özürlerimize güleriz; babasının öldüğüne sevinen bir piç gibi..

her an içini kusmayıp yeter diye haykırmadığın için de yavşakça sana sadece teşekkür edebiliriz..

teşekkürler İstanbul..