21 Aralık 2013 Cumartesi

Pırasa..

adamın biri azan bağsurunu doktora göstermek yerine epeyce meşhur olduğunu işittiği bir hocaya gider.. hocam der böyleyken böyle oldu bana bir çözüm yolu göster.. bana bir şifa yolu göster dayanamıyorum, işittim siz şifa dağıtan ilmi kuvvetli birisiymişsiniz.. belirli bir ücret karşılığında hoca tedaviyi kabul eder ve adamdan bir pırasa getirmesini de ister.. adam gider pırasayı alır getirir.. 

hoca adamı odasına alır kapıyı kilitler ve adamdan pantolonunu indirmesini ister tabi adam şifa bulacağı için hoca ne derse hepsini bir bir yapar.. pantolunu indirir, külodu sıyırır ve hocanın karşısında domalır.. hoca elindeki pırasayı adamın bağsuruna sürer.. epeyce bir sürdükten sonra adama eve gidip dinlenmesini söyler.. adam psikolojik midir nedir hocanın tedavisinin iyi geldiğini düşünür ve kendini daha iyi hisseder.. 

aradan 6 yıl geçer.. hoca oralardan gitmiştir.. adamın bağsuru yine azar tahammül sınırlarını aşınca kendi kendine şöyle der; ulan hocanın yaptığını bizim karı da yapar.. karısının eline pırasayı tutuşturur ve hanım der hocanın yaptığı gibi sende yap der.. kadın şaşkın bakışlarla kocasına sorar; iyi de bey hoca nasıl yaptı bilmiyorum bi tarif et ben de öyle yapayım der.. adam biraz düşünür ve karısına; hanım şimdi hoca şöyle yapmıştı der.. bir eliyle omzundan tuttu bir eliyle belimden tuttu ve pırasayı bağsuruma sürdü.. kadın daha da şaşırır ve sorar; iyi de bey bir elimle belinden bir elimle omzundan tutarsam pırasayı nasıl tutucam diyince adam eyvaaaaahhhh diye feryadı basar.. 

işte ülkemizde yaşananların kısa bir özetidir aslında bu hikaye.. hocaları kötülemek için de anlatmadım bu hikayeyi, sadece sahtekarların her kılığa girebileceğini, sonunda eyvah diye feryat etmemeniz için sizi uyarmak istedim.. 

28 Kasım 2013 Perşembe

gündeme dair düşünceler silsilesi..

twitter gün boyu şarkıcı (yüksek sesle müzik eşliğinde birşeyler söyleyen kişi) aylin aslım ve cihat akbel arasında geçen davanın sonuçları üzerine çalkalandı durdu.. mevzu neydi hatırlayalım.. aylin aslım troll diye tabir edilen eski hayali tv kişileri adına açılan ve uluorta herşeye yazan kişilere hitaben abaza minvalinde bişeyler yazmış troll diye tabir edilen ekibin çok saygı duyduğu cihat akbel'in "aylinaslımabazalardanözürdile" heştegi başlatmasıyla büyük bir menşın trafiği başlamıştı.. kendilerine hakaret edildiği için daha da bilenen troller aylin aslım'a dozu artan şeyler yazmıştı.. cihat akbel de aylin aslım'a bir ironi yaparak sahneye orak çekiç fırlatıcam demiş bunu bir tehdit olarak algılayan aylin aslım hayatından şüphe ederek dava açmıştı.. dava sonuçlandı ve cihat akbel 5 ay tehdit suçundan ceza aldı.. 

şimdi gelelim meseleye.. twitter her zamanki gibi ikiye bölündü.. aylin aslım'ı haklı görenler ve cihat akbel'e kesilen cezayı saçma bulanlar olarak.. çok umursadığım bir konu olmamasına rağmen gün boyunca yazılanlara şahit olmam yüzünden epey bir doldum.. kimin haklı yada kimin haksız olması zerre umrumda değil.. benim takıldığım aradan dikkat çekmeye çalışan fırsatçılar.. adam fikrini yazarken bile sonuna savunduğu kişinin nickini ekleyerek yazıyordu.. yani diyor ki beni görsün belki rt eder belki fav'a alır ne bileyim belki takip bile eder beni diye.. aylin aslım'a kesin hak verenleri okudum ne bileyim öğrendiğim herşeye lanet okudum.. sırf ünlü diye birisinin dikkatini çekmeye çalışmak, onun hakaret etmiş olmasını önemsememek, ona kimsenin lan bile yazmasına tahammül edememek falan garipti.. sırf taciz edilen kişinin kadın olması yüzünden ortalığı ayağa kaldıran bu abi ve ablaları yine taciz edilen, küfür yiyen ve kadın olan meryem gayberi, esra elönü, nihal bengisu vb. kişilerin olaylarında hiç kelam ederken görmedik mesela.. he pardon onlarla aynı görüşten ve ideolojiden değilsiniz, hatta onlar kadın bile değil.. onlara tüm siyasi görüşünüzle küfredebilir, hakaret edebilir hatta ve hatta tehdit bile edebilirsiniz.. çünkü onların yaşamaya bile hakkı yok sizin gözünüzde.. çünkü siz acaip samimi ve duyarlı insanlarsınız.. 

cihat akbel yapılan kısmi linci farkedermiydi? evet farkederdi hatta bana göre bilinçli bile yaptı herşeyi.. gideceği noktayı da az çok biliyordu.. ancak verdirdiği tepkiyi hala anlayamayanlar için büyük harflerle tekrar yazmak gerekir AYLİN ASLIM DA HAKARET ETTİ.. hiç öyle goygoy yapıp efendim kız ablukaya alınmış o kadar hakareti sen yesen sende hakaret ederdine getirmeyin.. ben istediğim hakareti istediğim gibi yazarım ama bana kimse en ufak bir eleştiriyi bile yazamazcı aylin aslım ve tayfasına söyleyecek çok lafım yok.. çünkü onlara göre herşey hakaret herşey tehdit.. 

peki bu kişiler aylarca mahkemelere verilen hüküm giydirilen öğrenciler ve vatandaşlar için kendilerini parçalamadılar mı? üstelik bakanlara yumurta atılmasına, twitterdan kendilerine en ağır şekilde küfürler edilmesine rağmen.. ne oldu abi ne değişti? hani özgürlükler falan? neyse ne işte..  

bu vesile ile son olarak şunları söylemek isterim; bu mevzu üzerinden cihat akbel ve aylin aslım'a yürümeye çalışan, kin ve nefretlerini kusan, dikkat çekmek için her türlü şaklabanlığı yapan, millete kendini duyarlı ve düşünceli gösterebilmek için saçma sapan şeyler yazan herkesin amına koyim..

13 Kasım 2013 Çarşamba

herşey sizin olsun semt bizim!

her zaman olduğu gibi otobüsteyim.. yanağım otobüs camının garantisinde.. hayvan gibi uyuyorum aslında.. bi ara uyanır gibi oldum camdan dışarı baktığımda semtimize girmişti otobüs.. usul usul dışarıyı seyretmeye koyuldum.. aylar önce Nişantaşı Üniversite'sinin kampüsü açılmıştı semtimize artık alışmak üzereydim ki hemen dibine Etiler Marmaris Büfe açıldığını görünce hüoopp lan n'oluyo dedim.. güzelim semtin içine sıçtınız diye de ekledim cümlemin sonuna.. evet Bayrampaşa'dan bahsediyorum.. doğup büyüdüğüm hatta semirdiğim eşşek kadar olduğum belki de öleceğim semtten bahsediyorum.. Kimilerine göre hayal kırıklığının başkenti sayılacak kadar varoş bir semt.. Ne zaman bu kadar marjinal olduk anlamış değilim..

semtimizin gerçek ismi Sağmalcılar'mış.. zamanın meşhur Sağmalcılar Cezaevi ismini de ordan alır.. İstanbul'u adeta bir sofra bezi kaplayan kolera, tifo, veba gibi salgınlardan belki de en çok etkilenen semtlerden biriymiş.. önüne geçemeyince de ne kızlarını evlendirebilmişler, ne de kız alabilmişler başka semtlerden.. zamanla bu namı unutturabilmek için de bi katakulli ile ismini Bayrampaşa yapmışlar.. 

böyle bir semtin içine doğdum ben.. muhakkak herkesin müthiş mahalle hayatları olmuştur ama bizim mahalle hayatımızda yadsınamayacak gibiydi.. güzeldi yani.. yokluğa, topraktan bozma sokaklara, çöp arabasının gelmemesine, sürekli elektrik kesilmesine, belki de hiç akmayan sularına rağmen mutluydu insanlar.. ya da bize acaip rol kesiyorlardı biz çocuklar üzülmesin diye.. varoş diye aşşağılanan her semtin belki de makus denebilecek kaderiydi aslında bu yaşananlar.. 80'lerin sonunda çocuk olanlar birçok şeye şahit oldular boş zamanlarında.. hem yokluğu dibine kadar yaşadılar, hem de herşeylerin zirveye çıktığı zamanlara yetiştiler.. bu yüzden o dönemin çocukluğundan gelip şimdinin genç adamları olanlar hep farklı bakabildiler hayata.. sağ sol minvalli mahalle kavgalarına da, en ihtiraslı aşklara da şahit oldular.. onların kemalettin tuğcu'ları vardı bizim armut serkan'larımız, baykuş tayfun'larımız, kırmızı murat'larımız, albay hüseyin'lerimiz.. köşe başlarında durup saatlerce muhabbet eder, neden orda olduğumuzu hatta ne konuştuğumuzu dahi kimseler umursamazdı.. orda olmanın, o insanların bir parçası olmanın gururu hepimize yetiyordu.. 

semtimizin yokluğuydu belki bizi birbirimize yaklaştıran.. madem hiç birşeyimiz yoktu elimizde ki insanlara yanaşacaktık.. önce bilardo salonları sonra halı sahalar açıldı semtimize.. bizi birbirimize daha da yaklaştırdı desem yeridir.. başka semtlere taşınan arkadaşlarımız bile geliyordu onlar sayesinde.. sonra bu kardeşliği kıskanırcasına binalar diktiler koca koca.. apartmanmış adı.. daha modern daha güzelmiş.. apartmanda yaşamanın en önemli şartlarından biri de; içinde bulunduğun yüksekliği bişey sanıp insanlara tepeden bakmakmış tabi bunu sonradan anladık.. önce gecekonduvari binalarda oturan komşulardan uzaklaştı apartmancılar sonra da aynı apartmanda ki kapı komşularından.. yine de bir arada kalmaya görüşmeye devam etti ama insanlar.. yetmedi bu sefer de avm adı altında şehir inşa ettiler semtlerin içine.. giren kendini kaybediyor, marka kıyafetler alınca kendini dünyanın en entel en kültürlü en bilgili insanı sanıyordu.. tabi alışmadık götte don durmuyor.. bi beden büyük kıyafet giymiş gibi sırıtıyordu giyilmeye çalışılan yeni yaşam tarzı hayatlar.. elit sınıfın içine doğmuş bebelerin diline de meze olup varoş diye aşşağılanıyordu insanlar.. böyle böyle semt olgusunun mahalle hayatlarının içine sıçıldı..

geçen otobüsten inip eve doğru yürürken geldi bunlar aklıma.. sokağıma girdim bomboştu, canım sıkıldı.. evlere doğru baktım.. çocukluğumda "dur lan bekle geliyorum" seslerinin yükseldiği pencereler kapalı, ardındaki perdeler sonuna kadar örtülüydü.. kış ayındayız tabi kapalı olur camlar demeyin yaz ayında da benzer manzaralar karşılıyordu beni.. aklıma gelince daha da canım sıkıldı.. eve varana kadar yüz adım mesafeyi on beş yirmi dakika da kateden ben artık zart diye eve geliyordum.. artık tüm merhabalaşmalar bir selamı bıçaklar gibi, hissiz ve içi bomboştu.. yani biz kaybetmiştik onlar kazanmıştı..

ben küçükken komşular gelirdi bize, biz onlara giderdik.. annelerimiz "o çay sevmez teyzesi" "aynısı evde var ama evdeyken ağızlarına sürmüyorlar" gibi belleklerimizde küflenmeye yüz tutmuş efsanevi cümleleri hep o misafirliklerde söylemişlerdi mesela.. hafızalar zorlansa kimbilir ne cümleler çıkardı daha.. 

herkes delikli demir icat olunca mertlik bozuldu sanır ama mertlik televizyonun icadıyla bozuldu.. "bu akşam benim dizim var inşallah kimse gelmez" sözüyle tamamen bitti mahalle hayatı.. altına dinamit konuldu ve patlatıldı.. geriye sadece buz gibi gösterişli bina suretleri kaldı.. 

belki dışarda benim gibi düşünen birileri vardır umuduyla sokağa attım kendimi.. hava buz gibiydi.. hatta baya baya it öldüren soğuğu vardı.. adeta ayaklarım götüme vururcasına eve koştum.. beynimin donan her bir hücresinin çözülmesini beklemek için bir ayı gibi tüm düşüncelerimi kış uykusuna yatırdım.. ve dönüp kendime dedim ki; elbet bu semt bir gün yine ısınacak..


16 Eylül 2013 Pazartesi

taciz..

çalıştığım firmaya ne zaman yaşlı bir teyze kalem, ıslak mendil yada tesbih satmak için girse sanki ezberlemişcesine "yok teyzecim ihtiyaç yok" der gönderirim sonra da iç dünyamda kendi kendimi yer "lan sığır bi kalem alsan geberirmiydin bak bu yaşta kadın dilenmiyor bişeyler satarak yaşamaya çalışıyor" diye kendimi iyice de örselerim.. neden ilk seferde bunları düşünemem tabi ki sahte ve sahtekar insanların çok fazla oluşundan.. gerçek ihtiyaç sahibi insanlar aralarında öyle kaybolurlar ki bir zaman sonra onlara dahi aynı muameleyi reva görecek kadar aşşağılık insanlara dönüşürüz hep birlikte.. 

bunları neden mi yazıyorum.. geçen gün sosyal medya tacizcisini instagramda deşifre eden kız videosu ile çalkalandı.. iki farklı görüşten öyle şeyler yazıldı ki inanın insanlığımdan utandım.. oğlu bir kıza yanlış yapan annelerin "kız kuyruk sallamasa oğlum peşinden gitmezdi" söylemleri ile büyüyen bir neslin neler yazması gerektiğini sanıyordunuz ki? burada hem fikir olduğumuza göre gelelim madalyonun diğer yüzüne.. her fırsatta entelektüel bir duruş sergileyen insanların yazdıkları çok da güzel değildi, bilgilendirici de değildi, mide bulandırıcı idi.. o videodan sadece kızın söylemlerine bakarak çıkarım yapanlar ve buna inananlar daha bir kaç ay evvel tacize uğradığını söyleyen bir kadın için deliler gibi görüntü ve kanıt istemiyorlar mıydı? videodaki adam Kürt kökenli birine  benziyordu, orta yaşlı ve çirkindi dolayısı ile kesin bir şekilde bu tacizi yapmış olmalıydı.. taciz sadece bu ülkenin değil tüm dünyanın bir gerçeği.. geçen yıllarda kadınlar mini etek yada dar kot giymese tecavüzler azalır diye avrupa ülkelerinde tartışma konuları oldu.. yer yerinden oynadı bizim burda üç beş zibidi haklı şeyler yazınca tüm Türkiye yine sapık oldu abaza oldu.. neyse bu da başka bi mesele.. 

toplu taşıma araçlarını bir çok kişiden fazla kullanan biri olarak diyebilirim ki son yıllara nazaran eski tabirle fordçuluk denen olayda bir azalma var.. artık herkes ben yaparsam benim de karı kızıma yaparlar korkusu taşıyor.. he içlerinde hala hayvanlığını üstünde barındıranlar yok mu elbette var.. ama bunu genele yaymak çok büyük terbiyesizlik ve insafsızlıktır.. balık istifi araçlarda aman bana kimse dokunmasıncı insanların taciz gibi çok hassas bir meseleye sığınarak yaygara koparması yüzünden insanlar taciz gerçekten olsa bile tepki veremiyorlar bir acaba yaşıyorlar.. otobüslerde kolu koluna değdi diye beni ellediler diye yaygara koparan ruh hastalarını da gördüm ben, bariz tacize uğrayan kıza-kadına böyle gelin dendiğinde yok ben böyle iyiyim cevabını da işittim.. kimseyi suçlamak bir suçu hafifletmek gibi bir gayem yok.. bir sebep aramıyorum sadece biraz makul olmanızı olayların içine girmeden biraz duyarlı davranmanızı rica ediyorum.. bugün o videodaki taciz olayının olmadığını varsayarak soruyorum; bu denli bir desteği ardında bulan kız daha sonra sevmediği birini göstererek beni taciz etti dese ve zaten dolu olan insanlar o adamı öldüresiye dövse bunun vebalini üzerinize alabilecek misiniz? 

inanın insanlar tacize engel olabilmek için toplu taşıma araçlarında ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar ama bitmiyor işte.. elli tane neden sayabilirsiniz ama bitmiyor.. Allah o tacizi yapanı kahretsin.. dünyanın belkide en savunmasız eylemidir taciz.. farkedemezsin engel olamazsın.. engel olmaya çalıştığında yanında kimseyi bulamazsın.. sende böyle giyinmeseydin kızım laflarını işitirsin.. ama tüm bu olanlar kendi insanına küsme lüksünü sana vermez.. tüm insanları yada tüm erkekleri aynı görmene dayanak olamaz.. 

son olarak diyeceğim o ki, birbirimizden bu kadar kopmak kimseye fayda sağlamaz.. Hz. Ali bir sözünde "kişi bilmediği şeyin düşmanıdır" der.. bizler birbirimizi bilmiyoruz ve bu yüzden birbirimize düşmanlık besliyoruz.. bu iş eğitimle falan da düzelmez.. ha bire eğitim şart minvalindeki salvoları atmak da saçmalıktan öteye gitmiyor.. bu iş yalnızca farklı görüşten insanların birbiri ile diyalog kurması kucaklaşması ile çözülür.. ben elimden dilimden geldiğince anlatmaya gayret edicem sizde gelin küfretmeden ve reddetmeden önce yanlış düşünüyosun arkadaşım böyle böyle diyerek kendi fikirlerinizi söyleyin.. başkalarının ezberlenmiş cümleleri ile aynı şeyleri defalarca yazarak iticilikten öteye geçmiyorsunuz.. küfür etmeden kimseyi hor ve hakir görmeden anlaşabilmek temennisi ile.. 

15 Ağustos 2013 Perşembe

karışma!

evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken zamanın birinde bir padişah ve veziri tebdil-i kıyafet halkın arasına karışmış.. halkın derdi sıkıntısı neyse bizzat kendileri öğrenme gayretindelermiş.. dere tepe ova yayla demeden her yanı karış karış gezmiş nerde kim denk gelse derdini çaktırmadan sorup sohbet etmişler.. 

vezir tarlada bi başına çalışan yaşlı bir adamı göstermiş padişaha.. gitmişler yanına.. selamlar sabahlar derken padişah demiş amca bizi misafir edermisin uzun yoldan geldik.. adam işini gücünü bırakıp almış padişahla veziri evine misafir etmiş.. padişah evi kolaçan etmiş.. eski püskü harabe gibi bi yer.. açmısınız demeden yaşlı adam evinde ne varsa koymuş padişahla vezirin önüne.. padişah adama bakıp iyi de amcacım seni hem işinden alı koyduk hemde bize elindeki avucundaki son yemekleri veriyorsun diyince yaşlı adam padişaha bir tokat yapıştırıp karışma ev sahibinin işine demiş.. 

aradan günler geçmiş padişah yediği tokadı düşünmekten başka iş yapamaz olmuş.. çağırmış veziri.. demiş vezir bul bir çare de koskoca cihan padişahı öyle altta kalmasın.. vezir düşünmüş taşınmış biraz da kaşınmış 3-4 gün sonra padişahım buldum diyerek çıkmış padişahın huzuruna başlamış anlatmaya.. vezir padişahım sarayda bir yemek tertip edeceğiz yemeğe yaşlı adamı da çağıracağız.. sofraya öyle tabaklar koyacağız ki görenler hayret edecek, siz herkesten hızlıca yemeği bitirip o çok nadide tabakları camdan aşşağı atacaksınız.. yaşlı adam da fakir olduğu için durun ne yapıyorsunuz atılır mı o tabaklar diyecek sizde karışma ev sahibin işine diyerek basacaksınız tokadı.. fikir padişahın çok hoşuna gitmiş.. hemen bir yemek tertip edilip yaşlı adam davet edilmiş.. padişah vezirin dediği gibi yemeğini hızlıca bitirip başlamış kristal tabakları camdan aşşağı atmaya.. yaşlı adam kafasını şöyle bir kaldırmış sonra sesini çıkarmadan yemeğine devam etmiş.. vezir bakmış adamdan ses çıkmayacak yanaşmış yaşlı adamın yanına.. görmüyor musun padişah çok değerli kristal tabakları camdan atıyor bişeyler söylesene demiş.. adam dönmüş bir tokat da vezire patlatmış ve şöyle demiş "karışma ev sahibinin işine"

bu hikayeyi şu sebepten anlattım.. hepimiz dünyada misafiriz.. inanıyorum diyenler ev sahibinin işine karışmayı bıraksınlar.. inanmıyorum diyenlere de lokman hekim'in oğluna söylediği şu sözü paylaşmak isterim.. 

"ölüme inanmıyorsan uyuma, ölümden sonrasına inanmıyorsan uyanma da göreyim"


25 Temmuz 2013 Perşembe

Gündeme Dair Söylemler..

TRT'de bir ilahiyatçı kadınların hamile bir şekilde sokakta dolanmalarının ve tv'lerde ped reklamlarının terbiyesizlik olduğunu söylemiş.. Videosunu izledim üslup ters sert ve yanlış.. 

Sosyal medyayı aktif kullanan birisi olarak durumdan bu şekilde haberdar oldum.. Güzel tepkilerin yanında tamamen trübünlere oynanan mesajlar ve ağır hakaretler canımı sıktı.. Edepsizliğe verilen tepkinin edepsizce olmaması gerektiğini yazdığım için arkadaşlarımdan tepkiler gördüm.. Bu yazıyı yazma nedeni de bir nevi bundan.. 

Öncelikle bir din adamının Kur'an'da belirtilen tesettür ölçülerini söylemesinden daha tabi birşey olamaz.. İnanmıyor yada yaşamıyor olmanız bu gerçekleri maalesef değiştirmiyor.. Tekrar söylüyorum ilahıyatçı hocanın söylemindeki üslup çok yanlış ve kabaca.. İslami geçmişi olan ve eğitimini almış bir kardeşiniz olarak sadece kafanıza göre bir din olgusu oluşturamayacağınızı belirtmek isterim.. Kuralları koyan Allah ister uyarsın ister uymazsın.. Burda bir özgürlüğün var.. Bu yüzden üslup ters.. İşin sosyolojik boyutunda da bizler komşuluğa önem veren bir geçmişe sahip milletiz.. Eskiden kadınlar hamileliklerini çocuğu olmayan komşuları üzülürler diye gizlemeye gayret etmiş bu durum zamanla bir edep ve ahlak anlayışına dönüşmüştür.. Hamile bir kadının dar kıyafetler giyerek dolaşmasına verilen tepki de bundan ibarettir.. Yine söylüyorum ki şartlanmış birisi yazıyı okuyup mal gibi konuşabilir ilahıyatçının tavrı ve üslübu hatalıdır.. 

Gelelim ped reklamlarına.. Bazı ped reklamları var ki oha çüş yuh dedirtecek cinsten.. Bunlara yeri geliyor herkes tepki gösteriyor.. Yine de reklamlara verilen tepki daha açıklayıcı olmalıydı.. Karşı olmak için karşı olmayın ama ülkemizde öyle boktan bir reklam anlayışı var ki; o reklamlarda kadınların meta olarak kullanılması ve seks objesi olarak algılanmasına kimse ses etmiyor.. Ses edene de sapık gibi tepkiler veriliyor.. Kadın yanında kalbi hızlı atmayan heyecan duymayan adam ya kadındır ya da ibnedir konuyu çok dolambaçlı yollara sokmanın bi alemi yok.. Beni sapık olarak görüyorsanız da ne diyim eyvallah.. 

Hocanın üslübunun ağır olduğunu belirtip yazıma son verirken inanmak istediklerinize sizi başbaşa bırakıyorum.. Saygılarımla..

2 Temmuz 2013 Salı

benim de söyleyeceklerim var..

lisede edebiyat hocamız bize bir metin okumuştu.. savaşçı bir kabileden bahsediyordu hikayede.. savaşta ölen savaşçıların eşleri hemen başka bekar savaşçılarla evlendiriliyordu.. öldü sanılan bir savaşçının karısı evlendirilmiş adam aylar sonra evine geri dönmüştü.. siz olsaydınız buna nasıl tepki verirdiniz diye sordu edebiyat hocamız.. sınıf uğultu halinde hayırları, olmazları, imkansızları mırıldanmaya başlamıştı.. kalkıp söz alanların hemen hepsi de bu minvalde açıklamalar yapmıştı.. ta ki arkadaşlarımdan birinin benim tüm hayata bakış açımı değiştiren cümleleri sarfetmesine kadar.. zamanın şartları ve toplum kurallarından falan bahsetti şuan belki saçma geliyor ama o zamanlar böyle bir şeyin aslında ne kadar da önemsiz ve basit birşey olduğundan falan bahsetti.. sınıfta bir sessizlik hâli oldu edebiyat hocası da tatmin olmuştu.. 

2 Temmuz 1993.. 12 yaşındayım.. aklım birçok şeyi idrak noktasında yetersiz ama yine de bazı şeyleri sorgulamama engel değil.. bilen bilir bizim nesil belkide en hızlı büyüyen nesillerin sonuncusudur.. sivas'lıyım.. her ortamda nerelisin sorusundan sonra alınan cevaba alevimisin sorusu artık hayatımın vazgeçilmezi olmuş.. hayır Alevi değilim.. ama Hazreti Ali'ye sevgi konusunda da çoğu kişiye nal toplatırım o ayrı.. her muhabbette Alevi olarak algılanan bir Sivas'lı olarak Madımak otelinin yakılmasındaki en büyük nedenin oradaki insanların Alevi olması bana hep saçma geldi.. Sivas nerdeyse yarı yarıya Alevi nüfusa sahip bir il iken hemde.. O günlere dair hatırladığım cumhurbaşkanının Süleyman Demirel, başbakanın Tansu Çiller, yardımcısının Erdal İnönü olması hatta Erdal İnönü ile bir kesim tarafından olayların bir numaralı müsebbibi Aziz Nesin ile çok yakın arkadaş olması aklıma ilk gelenler.. Sivas katliamı ile alakalı bu insanlar hiç suçlanmadı mesela.. ellerindeki erke rağmen olanları durduramamışlardı.. peki neden durduramamışlardı diye de kimse sormadı bugüne kadar.. 

2013'ün Türkiye'sinde 1993 Türkiye'sini anlamak hele ki o zamanları görmemiş olanlar için suda yürümeye çalışmak gibi bir şey.. yaşı yetenlerin hatta ve hatta daha geriye gidip darbeleri yaşayanların hayata bakışları ise daha bir bambaşkadır.. yalnız onlar körler ülkesinde ayna satarak zengin olanları değil de aynayı neden satın aldığımızı sorgularlar.. 

Sivas bir katliamdır.. hemde cahil insanları iyi bir şey yaptığına inandırarak yapılan iğrenç bir katliamdır.. hemen 3 gün sonra yapılan Başbağlar olayı da bir katliamdır.. camiden çıkan 33 insanı sıraya dizip kurşunlanarak yapılan köyleri ateşe verilen âdi bir katliamdır.. iki olayın da failleri bulunmadı.. asla da bulunmayacak.. çünkü bu ülkede faili meşhur cinayetler asla çözülmez öyle piç gibi kalır ortada.. 

geçmişi unutalım demiyorum ama artık geçmişte yaşamayı bırakalım.. sen böyle yaptın, sen böyle söyledin, sen saçımı çektin, sen bana silgi fırlattın formatının üzerine çıkamayan sebebi cevizin kabuğunu doldurmayacak kavgalardan sıkılmadınız mı? 

"taş taş üstüne koysam bozuk diyorlar devir,
bir ok çeksem diyorlar peşinden koş ve çevir,
nefes alırken bile inkîsar ve pişmanlık,
kimse edemez bana benim kadar düşmanlık"

10 Haziran 2013 Pazartesi

inkisar

bir kelebek kanat çırpar ve binlerce kilometre ötede bir fırtına kopar.. 

son günlerde yaşadıklarımız üzerimize dev bir turnusol kağıdının konulması gibi bizi bir arada olduğumuz her şeyden ayrıştırdı.. birbirimize saygı çerçevesi içinde yaklaşan bizlerin; aslında öyle kişiler olmadığını, sadece ve sadece kendi doğrularına inanan, kendi doğruları dışındaki herşeye gerçek ve mantıklı olsa dahi gözlerini yumup kulaklarını tıkayan bireyler olduğumuzu farkettirdi.. aklımız ile mantığımızın arasına giren bir başka aklın "akıl tutulması" diye yeni bir tutulma çeşidini literatürlere soktuğunu gösterdi.. yakın tarih sevdalısı herkesin bildiği; bir öğrencinin başbakan Adnan Menderes'in yakasına yapışıp "özgürlük istiyoruz!" dediğini Menderes'in de "başbakanın yakasına yapışıyorsun ya evladım daha nasıl bir özgürlük istiyorsun?" tarihi cevabını verdiğini burdan tekrar hatırlatarak; şuan ki başbakana "orospu çocuğu" "pravokatör" "şerefsiz" vb. birçok yakıştırmayı yaparak özgürlük peşinde koştuğunu da gösterdi.. düşündüklerini söyleme adına meydanlara dökülüp insanlara düşündüklerini söyletmetmeyen, söylediğinde linç eden bir oluşumun varlığından da haberdar etti.. 

ne diyorsun lan yarraaam diyen sol görüşlü arkadaşım şu laflarım sana; hükümeti düşürmek adına çıktığın yola karşı olsamda yine de saygı duyarım.. saygı duyamadığım konu ise senin kendini büyük bir kitle olarak görmen, zaten oy vermediğin partinin oy vermiş insanlarına "bidon kafalı" "göbeğini kaşıyan adam" "cahil cühela" "kömüre makarnaya ruhunu sattı" minvalindeki sözlerle onları aşşağılaman, sonra "sizi sandığa gömecez" diyerek onlardan destek ve oy beklemen, her türlü hakareti yaparak oy verdiği partiden vazgeçmesini istemen başlıca nedenler.. 

hâlâ okumaya devam eden sağ görüşlü arkadaşım şu laflarım da sana; karşında duran görüşü asla ve asla dinlememen, onları her ne olursa olsun dinsizlikle suçlaman, hakaretlerinde cehaletini gözler önüne sermen aklıma ilk gelen saygı duyulmayacak hasletlerinden bazısı.. Peygamber Efendimiz Taif'te taşlandığında haline üzülen kızı Fâtıma, taş atanlara beddua edecekken "dur kızım onlara kötü söz söyleme onlar bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı" dediği gibi senin de bazı dini konuları bilmiyorlar, saygı göstermiyorlar diye onlara bildiklerini anlatmak yerine sövmen hakaret etmen sence ne kadar mantıklı? dinlemiyorlar kardeşim demen de çözüm değil Peygamber Efendimiz Ebu Cehil'in kapısına 120 kereden fazla gitmişti sen kendini peygamberden üstün mü görüyorsun ki hemen insanlara sırtını çeviriyorsun?

hiçbir görüşe, düşünceye, oluşuma adepte olamayıp en ufak bir olayda kalabalığın yanında yer alıp popülerlik peşinde koşan, ne dediği dahi anlaşılmayıp içine girdiği kalabalığın saf ve temiz görüşlerini kirleten, derdi sadece dünyevi menfaatler olanlara ise söyleyecek hiçbir lafım yok.. 

son olarak her tartışmamız neden seviyeli başlayıp bir müddet sonra siyasi ideolojilerimizin esiri olan suçlamalarla bitmek zorunda? gerçeğin peşinde koşan bizler neden gerçeklere bu kadar kör ve bu kadar sağırız? peki bana göre sen sana göre de ben hatalıyken doğru olan kim? 

gelin "ön yargıları kırmak, atomu parçalamaktan zordur" diyen einstein'ı hep beraber göt edelim.. bu ülkeyi yıkmak istiyorum diyeni de, şeriat gelsin diyeni de, yada başka her ne görüşü olursa olsun dinleyelim küfretmek, vurmak, öldürmek yerine bilgimizle alt edelim.. bunların hiçbirini yapamıyorsak da şöyle kocaman bir susalım.. unutulmamalı ki susmak aslında çok şey anlatmaktır.. 

7 Haziran 2013 Cuma

Kızılkayalar

bugün Taksim'deydim.. tüm sokaklarda pütürlü duvarlara Türk dil kurumuna inat bir Türkçe ile yazılmış yazılar vardı bolca.. içeriklerinin ne oldukları önemli değil.. meydan panayırdan farksızdı.. mangalda çay demleyenler, muhabbet edenler, meydanda turlayanlar falan görüntü günler önce biber gazına bulanmış o meydanın kötü görüntüsünün aksine güzeldi.. bir tek Atatürk heykelinin bayraklarla donatılması olmamış gibiydi.. 

sonra her Taksim'e çıktığımda gittiğim Kızılkayalar'a yöneldim.. önüne geldiğimde şok olmuştum.. kapalıydı ve kapısında bir bilgilendirme yazısı vardı.. twitter'da karşılaştığım, Kızılkayalar'ın sahibi facebook hesabında şöyle şöyle şeyler yazdı hem eylemci kardeşlerimize kapılarını da açmadı haberlerini görünce bir trolleme olduğunu düşünüp çok umursamamıştım.. bugün karşılaştığım manzara karşısında çok sinirlendim.. 5 metre karelik bir dükkana kim nasıl sığacaktı acaba diye düşündüm.. civarda yüzlerce kalbur üstü dükkan varken eylemcilerin orayı seçmesi o insanların da kapılarını kapatması bana epey mantıksız geldi.. o kadar yerin içinde burger king'ler, özsütler vesair yemek dükkanları açık ve ağzına kadar dolu iken Kızılkayalar'ın kapalı olması, o insanları dükkanlarını kapatmaya zorlanan süreci düşünüp uzun uzun buna alet olan herkesi lanetledim.. velev ki Kızılkayalar'ın sahibi facebook hesabından iddia edildiği şeyleri yazmış olsun -ki kapıya asılan ilanda böyle bir şeyin olmadığı yazılıydı- orda özgürlüğü için olduğunu iddia ederek devlete baş kaldırmış kişilerin başka birisinin özgürlüğünü kısıtlamasını anlayamadım, kabul edemedim.. eylem ruhu içindeki sizlere soruyorum; sizi düşünceniz yüzünden biber gazına bulayanları lanetlerken kendinizin düşünceleri yüzünden birilerine baskı kurmak, ekmeğini kazandığı yeri kapatmaya zorlamak nasıl bir hak aramadır?

Kızılkayalar ile hiçbir bağım yok.. adamları tanımam etmem ama yapılan muameleyi görünce insanlığımdan utandım.. inanamadığım bir manzara ile karşılaştığım için de duygularımı yazmak istedim.. insanlara günlerce twitter hesabımdan doğruluğundan emin olmadığınız şeyleri paylaşmayın diye yazdıkça edilmedik küfür, yaftalama, hakaret ve unfollow kalmadı ama sabrettim.. sonrasında emin olduğum camide içki içildi fotolarının bilinçli bir şekilde iki kesimi karşı karşıya getirmek isteyenlerce hazırlandığını anladım.. kendi fikrine ait olan aleni fotoşoplu fotoğrafları bile ölümüne savunurken, kendi fikri dışındaki fotoğrafları bunlar gerçek değil yiaaa diye reddeden insanları gördüm.. bir fikri çökertmek için o fikre küfredip sonra o fikrin savunucusu insanlardan anlayış ve saygı bekleyen insanlara şahit oldum.. akıl tutulması yaşayan insanlara rağmen hep bi şeylere karşı umut taşıdım ama Kızılkayalar gibi ufacık bir müessesenin (ki geliri belki birçok büyük firmadan fazla da olabilir, banane) hedef tahtasına oturtulması ile tüm umutlarımı naftalinleyip rafa kaldırdım.. 

şunu asla unutmayın; kimse sizinle aynı düşünmek zorunda değil.. insanları farklı düşünüyorlar diye yargılamayın, aşağılamayın, hakaret içeren sözlerle insanların önüne atarak linç yapılmasında rol oynamayın.. yaptıklarınız bir çocuğun başka bir çocuğu "benim annem senin anneni kerhanede görmüş" suçlamasından öteye gitmez.. şuurunuzu yitirmemeniz temennileriyle inandığınız davaya zarar getirecek her oluşumdan uzak durmanızı dilerim.. bu sizi haklıyken haksız bir konuma taşır ki bununda açıklamasını bir ömür boyu kimseye inandıramazsınız.. 

4 Haziran 2013 Salı

dimağımda kalanlar..

bugün oturup uzun uzun bizim en büyük atasporumuz nedir diye düşündüm.. güreş olması lazım diye kendime uzun uzun içsel vaazlar çektim nutuklar verdim ama bir türlü tatmin olamadım.. güreş toplumda herkesin yapabileceği bişey değildire kadar sürükledim konuyu.. en sonunda tüm toplum olarak yaptığımız en büyük atasporunu buldum: niyet okumak!

tüm bakış açısını uydu anteni varken sıradan antenle sınırla sayıdaki kanala bağlayanların hiç izlemedikleri kanallara küfrettiklerini görünce ve hiç sevmedikleri insanları niye sevmediğini dahi bilmiyorken sevdiği insanların ön yargıları ile anlamadan dinlemeden eleştirdiklerini gördüğümde niyet okumanın bizim en büyük ata sporumuz olduğuna emin oldum.. 

ne diyor lan bu diyenler için daha açık konuşmanın vakti geldi sanırım.. herşey 31 Mayıs günü başladı.. hâlâ neden ve niçin olduğunu anlayamadığım bir şekilde 31 Mayıs sabahı ezanlar eşliğinde polis gezi parkında avm yapılacağını düşünerek ve buna tepki verme adına toplanan insanların üzerine gaz bombaları attı.. ondan sonra olay gezi parkı savunmasından çıkıp insanlara dikta ile birşeyleri kabullendiremeyeceklerini ben yaptım olduculuğun son bulması adına bir eyleme dönüştü.. toplumun her kesiminden de destek aldı bu durum.. türkü, kürdü, çerkesi, ermenisi, inançlısı, inançsızı, ateisti, travestisi, lezbiyeni herkes oraya koştu.. polis tahrik edildi bla bla eylemciler sadece kitap okuyordu bla bla gibi bahanelerin ardına sığınarak suçlu arama derdinde değilim.. benim sıkıntım niyet okuyucular tarafından suçlunun çoktan belirlenmiş olmasıydı.. bir kesim; eylemcileri, onlar üzerinden sevmediği ideolojileri suçlarken diğer kesimde polisi, siyasi erki ve kendi fikrine ait olmayan herkesi suçluyordu.. adeta yarış yapıyor gibiydiler.. gezi parkına ağaç tohumları dikenleri bir kenara bıraktılar ve nefret tohumlarını ekmeye başladılar umarsızca.. herkes birbirini ağzılarından duymadığı halde "efendim ben biliyorum bunların düşüncesi derdi bu" şeklinde ifadelerle suçluyordu.. ve acı olan tarafı da buna inanan insanlar bulabiliyor olmalarıydı.. kimse durup kimsenin ne dediğine bakmıyor sadece ve sadece kendi inandığı doğrular üzerine çözümlemeler getiriyordu.. tek doğru, tek gerçek kendisi ve kendisi gibi düşünenler olduğunu da almış olduğu eğitimi hiçe sayarcasına ve sevmediği insanların dayatmasından esinlenircesine kendi dayatmalarını öne sürerek yapıyordu.. iki tarafın argümanları o kadar gülünç o kadar çocuksuydu ki bu pespaye düşüncelere ortak bulabilmiş olmalarına hayretler ediyordum ben açıkçası.. 

toplum mühendisi niyet okuyucularımız aradan geçen 7 güne yüzlerce olaya, ölen ve yaralananlara aldırış etmeden, istedikleri geri adımları kısmen attırdıkları halde sükunet ve barış rüzgarlarının estirilmeye çalışılmasını hiçe sayarak insanları meydanlara çağırmaya devam ediyordu sosyal medya aracılığı ile.. gezi parkını bayram yerine çeviren kalabalıklara kızarak sizin kardeşleriniz şuralarda şuralarda zulüm görmeye devam ediyor siz orda eğleniyorsunuz gelsenize eyleme destek versenize diyerek oturduğu yerden ahkam kesmekten de geri kalmıyordu.. polisin yaptıklarını ilk günden beri provokatörlerin ortalığı karıştırmasına rağmen kabullenmemiş biri olarak soruyorum; polisle çatışınca ne olacak? neyi ispat etmiş olacaksınız? meydanları barikatlar kurarak trafiğe kapatınca neyi elde etmiş olacaksınız? 14 tane barikat kurduk direncimizi kıramazlarsa şurasını ele geçiririz diyerek nasıl bir hak arama içinde bulunabilirsiniz? kendi şehriniz içinde bağımsız özerk bölgeler mi kuracaksınız? 

arkadaşlarımı, kardeşlerimi, dostlarımı, sosyal medyada fikri benimle aynı olmadığı halde ortak yolu bulabileceğime inandığım herkesi sağduyulu olmaya davet ediyorum.. ben senin ne düşündüğünü bilemiyorsam sende benim neler düşündüğümü bilemezsin.. hemde benimle hiç konuşmamış, fikir çatıştırmamış biri olarak.. 

"sizi diğerlerinden farksızlaştırmaya gece gündüz çalışılan bir dünyada kendiniz olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermek demektir.. ve bu savaş başladı mı artık hiç bitmez.." diyerek birbirimize kin ve öfke duymadan konuşarak anlaşabileceğimizi umarak hepinizi saygıyla selamlarım.. 

çarşı'nın da dediği gibi; "şiddet yasak arkadaşlar.."

29 Mayıs 2013 Çarşamba

farkındayım..

çok uzun zamandır sizler gibi düşünemiyorum.. sizler gibi bakabilmeyi görebilmeyi istediğim çok oldu.. çünkü herkesten farklı bakabilmek, farklı şeyleri görebilmek bir lanet.. ve bu lanet hayatınız boyunca sizi takip eder.. 

taksim gezi parkının yıkılacağını, nefes almanın betonarme yığınları arasında daha da zor hale geldiği Beyoğlu'nda ağaçların kesilip yerine avm yapılacağını öğrendiğimde içim cız etti.. çünkü biz "kıyametin koptuğunu görseniz dahi elinizdeki fidanı dikin" diyen bir peygamberden, "ormanımdan bir ağaç kesenin boynunu keserim" diyen bir padişahdan, ağaca zarar vermemek için köşkünün 4 mt kaydırılmasını emreden bir devlet adamından beslenen bir milletiz.. zaten her yanı avm'lerle çevrili İstanbul'un yeni bir avm'ye ne kadar ihtiyacı var diye herkesin herkese sorular sorduğunun farkındayım.. bu soruları soranların ağaçlardan sıkıldığı için memleketlerini terkedip İstanbul'a göç ettiklerinin de farkındayım.. bu göç eden insanların daha fazla şehirli olabilmek için bahçeli evlerini yıktırıp yerine apartman diktirerek hem apartman hayatı yaşadığının hemde kira geliri beklentisi içine girdiklerinin de farkındayım.. apartmanlarda yaşayan insanların kapılarının önündeki ağaçların yaprakları sonbaharda balkonlarına düşüyor, ağacın dalları rüzgarla camlarına çarpıp camlarını, perdelerini kirletiyor diye o ağaçları kestirdiklerinin de farkındayım.. 

dünya düzeni şuan arz talep sistemi üzerine inşa ediliyor ve buna da en çok siz alet oluyorsunuz.. avm'leri hınca hınç doldurmanız, alış veriş kuyruklarında saatlerce beklemeniz, yemek salonlarında yer boşalsın diye kalabalıklar oluşturmanız yeni yeni avm'leri açmak için yetkililerin iştahını kabartıyor.. en güzel check-inlerinizi, en eğlendiğiniz mekanları şöyle bir gözünüzün önüne getirin.. o çok sevdiğiniz yerlerin tek bir metre karesi için bir tane ağaç kesilmediğini, yeşil alanın talan edilmediğini ispat edin ben eşşek gibi her platformda anırmaya razıyım.. ağaçlar kesiliyor yeşil alanlarımız yok ediliyor argümanlarınız da o kadar eksik ki ufak bir araştırma ile İstanbul'un en yeşil zamanında bulunduğunuzu ve buna da o hiç sevmediğiniz insanlar sayesinde kavuştuğunuzu bilmenizi isterim.. İstinye Park avm'sinden, Kanyon Avm'sinden çıkmayan arkadaşlar, İstanbul'da adım atılması dahi hem maddi hem manevi olarak insanları sıkıntıya sokan parkları bahçeleri koruları bi zahmet edip dolaşsınlar.. hassiktir dediğinizi de duyar gibiyim ama ben kimseyi savunmuyorum sadece sizleri suçluyorum.. en sevdiğiniz mekanlar için kaç tane ağaç kesildi acaba diye kendinize hiç sorular sordunuz mu? peki güneydoğu da arkasında teröristler saklanıyor safsatası ile kesilen yakılan ağaçlar için neredeydiniz? dünyanın en kolay işi başkalarını suçlayıp kendini o işten sıyırdığını sanmaktır.. hayır beyim, hayır paşam, hayır arkadaşım sen bu işte en çok suçlu olanlardansın.. sonra vicdanını rahatlatmak için eylemlere katılıp polisten biber gazı yiyince masumiyetin kutsanmıyor.. sosyal medya duyarlısı ünlülerimizin asla ve asla gitmediği mekanları savunması, orası yıkılıp yerine avrupai bir tesis yapıldığında da içinden çıkmaması sonra da o ünlüleri görebilmek için fakir halkın oralara hücum etmesi yalnız ve yalnız bizim ülkemize has bir durumdur.. 

taksim gezi parkı yıkılmamalı, üçüncü sınıf işletmelerdeki saygısız kaba saba insanların eline terk edilmemeli, sosyal medyada cayır cayır savunup sokakta suratına dahi bakmadığınız evsizlerin mekanı haline gelmemeli.. avm'ler şehrin göbeğine değil de şehrin dışına doğru yapılmalı (ki eğer yapılması şartsa) insanların doğal yaşam alanları ellerinden alınmamalıdır.. 

yazıma İmam-î Şâfii Hz'lerinin bir sözü ile son veriyorum.. 

"sabah sabah insanını denedim dünyanın, cimriliklerle dolu deriler yürüyordu; sonra kanaat kınından bir kılıç çektim ve keskin tarafıyla onlardan ümitlerimi kestim"


16 Mayıs 2013 Perşembe

başkalaşım..

arrow dizisini izleyenler bilir.. açılışında "ben oliver queen bla bla babam bana bi liste verdi bla bla şehrimi mahfedenlerle savaşmam gerekiyordu bla bla savaşmak için de bir şeye dönüşmem gerekiyordu bla bla" öldürücü cümleyi sanırım herkes gibi sizde kaçırdınız.. bir şeye dönüşmem gerekiyordu! hayatın bütünü bir savaştan ibaret ve siz ayakta durabilmek için asla kendiniz olarak savaşmazsınız.. taa çocukluğunuzda bile oyunlar oynarken birilerine dönüşme özlemi içindeydiniz.. top oynarken şifo mehmetler, sarı fırtına metinler, şeytan rıdvanlar vs vs hangimiz olmadık ki.. e. e. cummings şöyle der "seni diğerlerinden farksızlaştırmaya gece gündüz çalışılan bir dünyada kendin olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermektir; ve bu savaş başladı mı artık hiç bitmez" 

aristo'nun da dediği gibi "iyi olmak kolaydır zor olan adil olmaktır" acaba insanları iki yüzlülükle suçlarken ne kadar masumuz yada ne kadar iki yüzlü değiliz önce bi buna karar verelim.. hayatınızın bütün bir zamanında aileniz tarafından hep başkalarının çocuklarıyla kıyaslanmadınız mı? onlar gibi olmaya zorlanmadınız mı? hayır dediğinizi duyar gibiyim içiniz isyan ederken.. sırf ünlüler giyiyor diye yada sokakta alelade birisinde gördüğünüz ve üstüne çok yakışmış kıyafeti beğendiğiniz için gidip yakışmasa da almadınız mı? tüm hayatınız bir başkasına benzeme üzerine kurulu maalesef.. 

bu başkasına benzeme mevzusunun da en büyük sorumlusu yine biziz.. sanal olan sahte olan şeylere olan tutkumuz ve inancımız o kadar güçlü ki, arkadaşlarımızı bile başkalarına benzemeye çalışan, onlar gibi yaşayan, onlar gibi konuşan insanlardan seçmeye çalışıyoruz.. yerleşim olmayan yerlerde sürekli takılan insanların aslında nerelerde yaşadığı hakkında ne merakımız ne de isteğimiz var.. bizim için önemli olan bulunduğu yer sadece.. bir çoğunun entellikten ve marjinallikten anladığı kimsenin bilmediği, aslında kimsenin dinlemediği fransızca şarkılar paylaşmak.. varoş bir semtin kenar mahalle semtindeki bir konfeksiyon atölyesinde çalınan arabesk şarkı sempatizanı olmakla suçlanmaktan korktuğunuz içinde asla bu paylaşımlara bok gibiymiş diyemeyeceksiniz.. 

insanları sanal karakterlere dönüştürmek, onları hayal ettiğiniz gibi birine çevirmek için çırpınıp sonra gerçeklerle yüzleştiğiniz de aaaaa diye tepki vermeniz hiç samimi değil.. evet sizin de siyahi arkadaşlarınız var ama asla sakat, kör, dilsiz, işitme engelli yada vücudunun herhangi bir kısmı sorunlu arkadaşınız yok.. mecburiyetlerden oluşan, akrabalıktan kaynaklanan durumları da kendinize yok lan ben öyle değilim gibi salaklıklarla yutturmaya çalışmayın.. her zaman en popüler kız yada erkeklerle arkadaşlık kurma hayali için yanıp tutuştunuz.. bu yüzden de bir çok insan kendinden başka bir insana dönüştü.. derdini anlatabilmek, arkadaşlıklar kurabilmek, sizler tarafından sevilebilmek için.. bu kadar şeyi yazdıktan sonra umarım anlattığım kişilerin sahte kimliklerle insanları kandırıp onları maddi ve manevi zarara uğratan kişiler olmadığını idrak etmişsinizdir.. anlattığım kişiler sizlerin ego kumkumanızda kendine yer bulmaya çalışan insanlar.. 

kimseyi başka birine dönüştüğü için suçlamayın; insanları başka birine dönüştürdüğünüz için kendinizi suçlayın..


13 Mayıs 2013 Pazartesi

o kadar mutluyum ki; her an cinayet işleyebilirim

öyle güzel başlamıştı ki herşey.. etraf annelere adanmış sevgi mesajlarıyla kaplanmıştı, kötü olan bir şeyin kendine yer bulması neredeyse imkansızdı.. neden olmasın ki anneler günüydü bugün.. annesi olmayanların yüreklerine el bombası bırakırcasına kapitalizm kurbanı mesajlar, hediyeler falan da vardı halbuki.. buna rağmen kimse neşesinden, mutluluğundan ödün vermedi.. hem akşam derbi maçı vardı Fenerbahçe ile Galatasaray'ın.. resital gibi bir gündü adeta.. annelerin elleri öpülüp hayır duaları alındıktan sonra akşam da maç izlenecekti.. en yakın arkadaşlara en laf sokan kelimelerle takılınacaktı..

gün tam da tasarlandığı gibi başladı.. hem şampiyon belliydi çok olay çıkmaz diye düşündü herkes.. haftalar önce Fenerbahçe şampiyon Galatasaray'ı alkışlayacak mı acaba gerginliğine rağmen kimse anne sevgisinden yumuşacık olmuş kalplerden kötü birşeyler beklemiyordu.. 

maç başladı goller geldi peşi sıra.. ondan sonra ne olduysa oldu ve sabahdan beri anne sevgisi üzerine methiyeler düzen herkes dünyada bir insanı karşılıksız seven tek varlığa sövmeye başladılar.. gözleri hırs ve egodan kör olmuş futbolcular iyice tahrik ettiler kendilerine şuurlarını yitirmişcesine sevdalı insanları.. şampiyonluğunu bir hafta önce kutlamış Galatasaray'lı futbolcular Fenerbahçe'nin galibiyetine rağmen ve trübünlerin tepki vereceğini bile bile umursamadan deliler gibi eğlendiler stadın ortasında.. yetmedi Fenerbahçe'nin stadının soyunma odasına orta parmağı havada el figürü çizip şampiyon geldik şampiyon gidiyoruz yazdılar bütün futbolcuların imzası eşliğinde.. internet çağında bunun dilden dile ulaşması da zor olmadı.. ve çığırından çıkan herkes daha da alevlenen bir yangın yaktı yüreklerinde.. 

Fenerbahçe galip Galatasaray şampiyon olmuştu.. yani herkes mutluydu.. herkes kendisine göre eğleniyordu.. o esnada insanlığını vestiyerde unutan biri 19 yaşında bir çocuğu umutlarından, anneler gününde bir anneyi de evladından ayırdı.. söz bitti, yazı uçtu, zaman durdu haberi alan herkes için.. buna rağmen bi sebebi vardırcılar, ohh olsuncular da peydahlandı ortalıklarda.. bir gün önce Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde patlayan bombayla ölenler (resmi kaynaklara göre 43 gayri resmi  kaynaklara göre 177 kişi) için kenetlenen o insanlar yine taraflarına geçip birbirlerine sövmeye başladılar.. 

ne olmuştu bize herkes anlamaya çalışıyordu.. nasıl bu hale geldiğimiz hakkında binbir türlü şeyler yazıldı.. Fb, Gs ve Bjk'ta top oynadığı halde aynı evde oturan futbolculardan, bir Trabzonspor maçı sonrası şampiyon olduğu halde dönerken aynı uçakta Ts'lu futbolcular var diye futbolcularının sevinmesine müsaade etmeyen Süleyman Seba gibi başkanlardan, stadı yarı yarıya doldurup ekmeğini suyunu hiç tanımadığı insanlarla paylaşan taraftarlardan nasıl bu hale geldiğimizi sorguladı herkes.. bulunan hiçbir sebep, otobüs durağında bi başına oturan Beşiktaş formalı Mühendis Oktay'ın da, Edirnekapı'da metrobüsten indikten sonra üzerinde Fenerbahçe forması var diye kalbinden bıçaklanıp öldürülen 19 yaşındaki Burak Yıldırım'ın da katledilmesine anlam yükleyemedi.. belki şöyle şöyle olmuştur diye senaryolar üretilmesi bile aklı mantığı şuuru henüz kaybolmamış milyonlarca farklı takıma gönül vermiş futbolseveri tatmin etmedi.. 

mutlu olmaya korkuyorum artık.. insanların mutluluktan cinayet işlemesine sebep olabilecek her sebebi düşünüp, mutlu olmak balmumundan yapılmış kanatlarla güneşe kanat çırpmak gibi bişey diyerek mutluluğu sizlere bırakıyorum.. çünkü ben asla sevinçten çıldırıp birinin gözlerinin içine bakarak kalbine bıçak saplayamam.. 

bu kadar söze rağmen insanların gördüğü tek şey; sevdiklerimizin kesin haklı, sevmediklerimizin kesin suçlu olduğudur..

hayata da size de elveda..

30 Nisan 2013 Salı

işçi bayramı ve banka memuru

bugün 1 Mayıs yani işçi bayramı.. işçi dışındaki herkesin bayram diye kutladığı tatil günü yani.. tatilini bağlı olduğu sendikasının ideolojisini mecburi kusmak için bi yerlerde toplananlarında günü ayrıca.. vs vs vs.. benim yazmak istediklerim ise çok farklı bir iş kolu çalışanları hakkında.. bankacılar.. yani banka memurları.. hani faturanızı evrağınızı götürüp ödediğiniz, işlem diye tabir edilen zulmü size reva görenler..

30 yaşındayım ve şuana kadar hiçbir iyi banka memuru ile karşılaşmadım.. hepsi nerdeyse katışıksız orospu çocuğu hatta.. durun durun hemen kızmayın tamam senin teyzenin kızı senin halanın oğlu seninde çok yakın arkadaşın banka memuru.. hiçbirini tanımıyorum ama inan ki tanısam da fikrim değişmeyecek gibi.. bu amına koduğumunun çocukları kendilerine saha görevi verilip kredi kartı satmaları istenildiğinde ne kadar güleç ne kadar anlayışlı iseler, o bankonun arkasına geçtiklerinde bi o kadar ketum bi o kadar suratsız bi o kadar da nefret dolu gözlerle bakıyorlar gelenlere.. o amına koyduğumunun sırasını bekleyen insanlar umurlarında bile değil.. varsa yoksa gelen insanların iş bilmediğinden ötürü sordukları ve onları bunaltan sorularına olan tepkileri.. hatırlayan hatırlar bi zamanlar anasının hörekesi gibi sıralar olurdu banka memurlarının önünde.. sonra q-matic'ler keşfedildi sırası gelen gidecekti bankoya.. sonra o da bunaltıcı oldu memurlar için allem ettiler kallem ettiler (ki bana göre memurlarında bunda parmağı var) bankada hesabı olmayanları yıldırmak için özel numara sistemine geçtiler.. müşteri numarası ile alınan sıralar bir bir gelirken sıradan numaraya sahip insanlar saatlerce beklediler bankada işlem yapabilmek için.. yine yetmedi bu seferde bi banka yok bu faturayı almıyoruz, bi banka yok öğleden önce fatura almıyoruz, bi banka yok öğleden sonra fatura almıyoruz, bi banka yok 15:30'dan sonra faturaları alıyoruz olayına girdiler.. insanları çileden çıkardılar.. insanlar yani o bankaları var eden varlıklar yine kar kış kıyamet sıcak bunalım demeden beklemeye devam ettiler.. işte paranla rezil olmanın hemde ciğeri beş para etmeyen bi avuç yavşağa rezil olmanın bi açılımı bu yazdıklarım..

bu kadar şeyi neden yazdım onu da açıklayayım.. bu amına koduğumun bankacıları 23 Nisan'ından 19 Mayıs'ına, dini ve milli her bayramda tatil yaparak ayrıca senelik izin kullanarak da ulaşılması güç bir tatil sayısına ulaşıyorken, aldıkları maaş bir çok insandan fazlayken ve her türlü sosyal haktan sonuna kadar faydalanıyorken mutsuz olamazlar.. hadi mutsuzlar diyelim o mutsuzluğu ve hoşnutsuzluğu bana ve benim gibi o sırada saatlerce bekleyen insanlara gösteremezler, farkettiremezler.. banka memuru çişi gelince kalkıp tuvalete gidip oluk oluk işerken yada kakası gelince çatır çatır sıçarken o insanlar sıram kaybolmasın diye bir an olsun yerlerini terketmezler.. banka memuru canı sıkılınca ara verir oflar puflar önündeki numara tabelasını başka işlem yapıyormuş gibi kapatabilir ama bankonun diğer tarafında duran insanların böyle bir şansı yoktur.. beklerler.. banka memurunun o pis ve lanet egosunu beklemek zorundadırlar.. bu kadar sinirlenmeme sebep olan olay ise bir banka şubesinde gerçekleşti.. neymiş sıramı beklemeden bir tane faturamı tanıdığıma vermişim o da benim yerime yatırmış faturamı.. herkes sırasını beklemeliymiş.. bak bak laflara bak hayatın sırrını çözdü haspam, öyle bir laf söylediki kanım dondu ellerim titredi adeta korkudan.. be anasını siktiğiminin kadını sen benim neler çektiğimi nerden biliyorsun.. sen bankonun öbür tarafında çayını yudumlarken ben saatlerce bekleyip beşyüztane işimden geri kalıyorum.. hem ben senin akrabanın, eşinin dostunun işlemini yaptığını bilmiyor muyum bana mı ahlakdan bahsediyorsun sen? banka memurları ile alakalı bir meseleyi daha anlatayım da o meymenetsiz mendeburların nasıl insanlar olduklarını daha iyi anlayın.. arkadaşım banka güvenlik görevlisiydi o anlattı.. bi müşteri gelmiş beklemekten sıkılınca başlamış küfür etmeye.. küfürün boyutu analı bacılı boyutlara ulaşınca da bizim arkadaş dayanamayıp girişmiş adama.. mahkemelik olmuşlar.. peki soruyorum size banka memurları ne yapmışlar? hiçbir şey.. evet kocaman bir hiç.. başlarını bile kaldırmamışlar.. kameralar ses kaydetmediği için de adamın suçlu olabilmesi için birinin şahitlik yapması lazım.. ama kimse adam bizim anamıza bacımıza küfretti diyememiş.. falanlar filanlar..

neyse bu vesileyle hakeden tüm işçi kardeşlerimin bayramını kutlar tüm banka çalışanlarının da teker teker amına koyarım..

29 Nisan 2013 Pazartesi

he amk he

ülkem insanı beyni alınmış öküz gibi şuursuzca bi yerlere koşmayı orayı dağıtmayı tarumar etmeyi ve bunları yaparken de ben ne yapıyorum amınakoyim dememeyi kendine düstur edinmişcesine bir ömür tüketiyor son günlerde.. yeni mevzumuz Batman'da "Ne mutlu Türk'üm diyene" yazan kişiyi arayan polisle taşşak geçme yarışı..

Türkiye'de böyle bir şeyi suç addetmek haberle ilk karşılaşan için cidden ilginç bişey hatta oha amk dedirtecek cinsten ama ilginç yanı olayı başka tarafa sürükleme gayreti içinde olanların çabası.. "ne mutlu Türk'üm diyene" yazmak elbette suç değil ama bunu öyle istediğin yere yazamazsın.. yani her doğru her yerde söylenmez mantığı gibi düşünün bu olayı.. sen onu yazdıysan bende bunu yazarım der adam ve ülkedeki tüm binalar tüm duvarlar aklınıza yazı yazılabilecek her yer bir keşmekeşe bir kirliliğe bürünür.. beni düşündürense benim düşünebildiklerimi benden kat be kat eğitimsel ve kültürsel bakımdan ileride olanların bunu adam tabi yazacak helal olsun gibi gazlamalarla ve milliyetçilik yaparak kör göze parmak misali dillendiriyor olmaları.. ülkede ki kaos ve düşmanlık bitmesin mi? hep farklı görüş ve düşüncede olanlarla küfürleşelim mi?

aklını mantığıyla kullanabilen herkese sesleniyorum mal olmayın ve bindirilmiş kıta gibi her olaya denyo gibi atlamayın.. az durun bi düşünün aa evet lan ben niye düşünmedim bunu dememek için biraz gayret gösterin..

neyse bu yazdıklarım yine sizin takım tutar gibi desteklediğiniz ideolojileriniz arasında yok olup gidecek ama ben yine de uyarmış olayım..

yeni bir beyin göçü olayına kadar görüşmek üzere..

7 Mart 2013 Perşembe

Şehir Efsanesi: Hamal Porter

şahit olduğum ve kuvvetle muhtemel bizden sonra ki nesillerde tam bir şehir efsanesine dönüşecek olan olayı sizinle paylaşmak isterim..

eminönü'nde çalışıyorum.. istanbul'un belkide en güzel yerlerindendir eminönü.. tarihi dokusu ve kalabalığı ile inanılmaz bir uyum sergiler.. her sokağında ayrı bir olay her metrekaresinde farklı bir enteresanlığa şahit olabilirsiniz.. neyse mevzu bu değil tabi.. eminönü belediyesi kapanıp fatih belediyesine dahil olduktan sonra acaip şeyler olmaya başladı buralarda.. belediye bu tarih kokan sokakları insanlar daha iyi bilsin turistler daha iyi tanısın diye merkezi noktalara heykeller koymaya başladı.. sultanhamam meydanına bir kumaş satıcısı heykeli koydular.. çünkü sultanhamam tekstil sektörünün beşiğidir.. bursa pazarı, tahtakalesi, fincancıları, şark hanı gibi herkesin kolayca bilebileceği mekanları da içinde barındırır.. herşey satılır buralarda ama bir zamanlar tam bir kumaş merkeziydi.. eskisi kadar olmasa da yine epey kumaş satılır buralarda.. yük fazlaysa satılan kumaşlar yada alınan eşyalar belirli bir yere kadar hamallar aracılığı ile taşınır.. bilen bilir bilmeyen de kesin sırtında kendisinden büyük yük taşıyan birini görmüştür.. görmediyse de bi ara eminönü sınırları içinde gelip bi tur atsın..

neyse gelelim mevzuya.. belediye hamalları da unutmadı ve onları ölümsüzleştirmek için bir heykel dikti. altına da HAMAL PORTER yazdı.. porter taşıyan demek ingilizce.. ingilizce yazılmasında ki amaç turistler yıllar sonra sokaklarda dolaşırken heykeli gördüklerinde ne olduğunu bilsinler diye.. çünkü çok az bir zaman sonra hamallık tarihe karışacak gibi gözüküyor.. işte bomba burda başlıyor.. belediye koyduğu heykelin altına hamal yazıp sonra ingilizce karşılığı olan porter'ı da ekleyince ingilizce bilmeyen bir sürü insanın belleğinde Hamal Porter isminde birisi oluştu.. aşir efendiler, agop efendiler, sarkisyan beyler, haco pola'lar, sorasky'ler gibi eskinin esnaf isimleri de bilindiğinden buna inanmak daha kolay oldu tabi.. insanlar birbirlerine Hamal Porter'ın inanılması güç hikayelerini anlatmaya başladılar.. şahit olduklarımda var arkadaşlarımın anlattıkları da var.. misal bu Hamal Porter tek başına 300kg - 400kg yük taşırmış.. buraların en meşhur hamalıymış bu yüzden onun heykelini koymuşlar falan filan.. kimbilir daha neler neler gelecek kulağımıza.. belki bi müddet sonra bizde anlatılanlara inanacağız.. tek emin olduğum bu efsaneye müdahale etmeye çalışıp yok abi mevzu öyle değil desek de engel olamayacağımızı adım gibi bildiğim.. ağızdan ağıza dalga dalga yayılacak ve sultanhamam'ın efsanevi bir hamalı olacak sonunda..

porter kelimesinin ingilizce hamal olduğunu iddia edenlere de cevap vermek için şöyle bir senaryo düşündüm ben.. eski zamanlarda bir ingiliz hamal porter'ı yük taşırken görür ve çok etkilenir.. memleketine gittiğinde yük taşıyanlara porter diye seslenmeye başlar ve o yük taşıyan kişilerin adı porter kalır.. aynen böyle bir hikaye duyarsam ilk önce de ben inanırım gibime geliyor ki çok sağlam bi senaryo oldu bu..

söylenecek tek bişey var; yeni şehir efsanemiz vatana millete hayırlı olsun..

2 Şubat 2013 Cumartesi

olaylar olaylar..

yine cennet gibi güzel vatanımda bir hadise meydana geldi.. amerikan vatandaşı bir kadın sebebi meçhul bir şekilde öldürüldü.. nasıl ve niçin öldürüldüğü Türk polis teşkilatı ve FBI için bile muammayken, fransız mürebbiyelerle büyümüş kolej mezunu toplum mühendislerimiz tarafından sebep net ve keskindi.. cahil, abaza, varoş sakini insanlar katildi.. suçlu bir kişi değildi milyonlarca kişiydi.. çünkü biz millet olarak avrupanın bildiği gibi barbar insanlardık..

yabancı hayranlığımız öyle boyutlara ulaştı ki avrupaya medeniyeti bizim götürdüğümüz hep unutuldu.. ama ölen avrupalı değil ki amerikalı malmısın amerika avrupada değil diyen embesiller de çıkabilir diye amerikanın gerçek sahibi kızılderilileri katleden insanların avrupanın aforoz ettiği avrupalı insalar olduğunu belirtmek isterim.. dolayısıyla sizin amerikalınız da aslında eski avrupalı.. aslında olay avrupalı amerikalı asyalı değil sizin yabancıya bakış açınız ve her şartta yabancıları haklı çıkarma telaşınız..

bugün sosyal medyada amerikalı fotoğrafçı kadın ile alakalı hiç de şaşırmadığım şeyler okudum.. kimisi her fırsatta nefretini kustuğu Türk insanına sallıyordu, kimisi her olayda bir şekilde bağlantı kurup İslam dinine ve ona inanan insanlara sallıyordu.. ben bu ülkede, fransada yaşayıp ülkem hakkında yorum yapan, onları aşşağılayan köşe yazarlarını da, Türkler islamiyete geçmeseydi matbaa daha erken gelirdi diyen üniversite profesörlerini de gördüğüm için yazılan hiçbir şeye şaşırmadım.. tek merak ettiğim her fırsatta her suçu fakir ve eğitimsiz insanlara kitleyenlerin; ülkenin en zengin ailelerinden, üç yabancı dili olan, dünyanın her ülkesine gitmiş, en lüks kolejlerde yetişmiş oğlu cem garipoğlu'nun kız arkadaşının kafasını testere ile kestiğini ne çabuk unutmuş olması! cem garipoğlu'nun en büyük ahmaklığı lüks semtte işlediği cinayetin tüm ipuçlarını lüks semtin çöplüğüne atmış olmasıydı.. eğer cesedi varoş bir semtin çöplüğüne atmış olsaydı suçlu çoktan tinerci bir varoş sakini olmuştu.. amerikalı kadın fotoğrafçının cesedi varoş bir semtte bulundu suçlu artık kesindi bazıları için.. şunları da sırf sizin bi sike yaramayan zihniyetinizi gözler önüne sermek için böyle şahsiyetsizce yazıyorum.. eminim yazıyı okuyup bana hassiktir diyenler de olacağı için hemen neden böyle ağır yazdığımı açıklamış olayım.. vs vs vs..

eminim sosyal medyada yazılanları derleyip toparlayıp köşe yazarının biri köşesine taşıyacak bütün bu olanları.. sizde mal gibi of işte tespit budur tarzında o yazıyı beğenilere boğacaksınız.. peki soruyorum size; almanyada cadı avındaymış gibi dazlakların katlettiği Türkler için almanlar kendilerini suçluyorlar mı? 1960'larda almanyaya işçi olarak resmi yollarla giden bir tanıdığımdan bizzat dinlediğim olayı size de anlatayım.. bizim tanıdık çalışmaya başlar 5-6 ay gibi bi zaman geçer.. fabrika çalışanlarının bişeyler içtiği bir yerde almanca bilen bir ortak arkadaş vasıtasıyla sohbet ederler.. memleketler sorulur bizim tanıdık Türkiye diyince alman bunu incelemeye başlar.. bizim tanıdık sorar arkadaşına niye bakıyo böyle diye.. aldıkları cevap ilginçtir.. kanadın nerde diye bakıyorum der alman.. bana der dedem böyle anlattı Türkleri.. kanatları olan canavar gibi varlıklar olarak..

tek üzüntüm şu ki; elin yabancısının Türk insanına bakışını zamanla değiştirdik de kendi insanımızın kendi insanımıza bakışını bir türlü değiştiremedik.. neyse bir twitter mottosu olan cümleyle yazıya son vereyim.. HLL SPR DVM :)

9 Ocak 2013 Çarşamba

yalan dünya..


bu dünyada insanların istisnasız hepsinin ortak en büyük özelliği yalana tahammül edememeleridir.. yalandan öylesine nefret ederler ki; en yakınındaki hatta en sevdiği insana bile sıfır tolerans gösterirler işin içine yalan girdiyse.. yılandan korkmam yalandan korktuğum kadar diyerek de yalanın ne menem bir şey olduğunu üstüne basa basa vurgularlar.. peki insan hergün kendine söylediği yalanlar için kimden nefret eder? tabi ki kendinden değil.. kendinden nefret edecek kadar bir olgunluğa ulaşabilen insan sayısı çok azdır.. neyse uğraşmayın ben size kendisine yalan söyleyen insanların kimden nefret ettiğini söyleyeyim.. kendisine en uzak insanlardan nefret eder.. onlar hep yalan söyler; böylece kendi fikirleri otomatik olarak doğruluğa kavuşur.. kendisi gibi düşünen denyoları etrafına toplayabildiyse de deymen onun gamlı yaslı göynüne.. 

metin kaçan mevzusu hakkında yazılanları okuyunca böyle bir yazıyı yazma hissiyatı oluştu bende.. fikirlerimi düşüncelerimi bir şekilde uzun uzadıya yazmalıydım ki içimi kemiren bu saçma duygudan kurtulayım.. metin kaçan kimdi önce bunu ortaya koyalım.. metin kaçan bazılarının gözünde asla ''ağır roman''ın yazarı değildi.. metin kaçan islami kesime yakınlığı ile bilinen hasan kaçan'ın kardeşiydi.. dolayısı ile metin kaçan da islami camianın elemanlarından biriydi.. bu yüzden yazdığı roman boktandı gerçekle alakası falanda yoktu.. hele sinema uyarlaması berbat ötesiydi.. entel ablalarımız abilerimiz taa o gün beğenmemişti filmi, bu yüzden kitapta bi boka benzemiyordu.. hem metin kaçan doktor raporu aksini söylese bile bir kadına tecavüz etmiş, cezasını cezaevinde 11 yerinden şişlenmesine rağmen çekmemişti.. cezaevinden çıktıktan sonra bile gittiği her yerde itin götüne sokulması insan yerine konulmaması bile cezasını hakkıyla almadığının bir göstergesiydi.. iyi ki de herkes ona kötü davranmıştı.. entel küntel abilerimizin ablalarımızın nazarında metin kaçan bir pislikti..

metin kaçan'a ölümü üzerine nefret kusan bu güruh nedense cinayet işlemiş yılmaz güney'e hayranlığını belirtirken ne diyeceğini şaşırır.. ülkeden komunizm sevdasında koşarken kaçmak zorunda kalan, en ufak eleştiriye dahi müsaade etmediği Atatürk'e hakaretler içeren yazılarına istinaden kutsal bir metin olarak algıladığı cumhuriyet gazetesinin hakkında tükürün diye haberler yaptığı nazım hikmet'e adeta babasından fazla saygı duyar.. bunları nazım hikmet'i yada yılmaz güney'i suçlamak için yazmıyorum.. onlar alanlarında sayısız eser bırakmış başarılı insanlardı.. bir zamanlar edebiyatına hayran olduğunuz ama sonraları siyasi görüşünüzün size adeta bir at gözlüğü taktırdığı için nefret ettiğiniz ahmet altan'ın ''türk olmak'' isimli yazısını bi ara mutlaka okumanızı tavsiye ederim.. 

bugün birisi istanbul'un en işlek caddesinde soğuktan donarak ölen bir kişinin haberini bloguna taşıdı ve harekete geçti lümpen abilerimiz, ablalarımız.. özetle, belden aşşağısı nerdeyse olmayan bir kişi belediyenin kendisine tahsis ettiği bir metrekare (rakamla 1 mt2) yerde yaşamını idame ettirmeye çalışıyor, gündüzleri önünde bişeyler satıp geceleri o bir metrekare yerde yaşamaya tevessül ediyordu.. bohemlik ve lümpen hayat özentiliği zirve yapmış, sosyal mecralarda takipçi çokluğu ile kendini bambaşka yerlere koyan ablalarımız önünden geçmeye devam ediyordu tabi o kulübenin.. çoğu orda birinin yaşadığını dahi bilmiyordu.. bilseler de göz ucuyla baktıklarından dolayı bildiklerine adım gibi eminim.. o adam; kar yağışının doruklara ulaştığı, sevincimizin göğü parçaladığı, bizim istanbul valisi ile dalga geçtiğimizi sandığımız, eğlendiğimiz saatlerde donarak o bir metrekarelik kulübesinde öldü.. kimse umursamadı.. onu umursayan bir kaç kişiden birisi olan onur oran blog yazısıyla en çok kendine sitem dolu birşeyler yazdı ve herkesi haberdar etti.. insanın içinin cız etmemesi imkansız.. ancak o blog yazısının altına yazılanlar daha vahimdi.. hergün önünden geçtiğini, onu gördüğünü ama hiçbir hamlede bulunmadığı için kendisine kızdığını söyleyen insanların mesajları ile doluydu.. bu insanlar biraz sonra kendinden olmayan herkese elleri altında bulunan mecranın onlara verdiği aymazlıkla sallamaya başlayacaklar.. onlar sallamaya başlamadan önce ben şunları sallayayım.. peki neden yardım etmedin amına koyduğum? neden biliyor musun? hadi onu da ben söyleyeyim.. çünkü sen o insanlardan tiksiniyordun da ondan.. şuan bile tiksiniyorsun ama sevmediğin insanları eleştirmek için eline bir fırsat geçtiği için de ne yapacağını bilemiyorsun.. sen o insanlara gerçekten üzülüyor olsaydın sağda solda belediye numarası paylaşmak yerine yerinden kalkar gider o insanlara elinden geldiğince yardım ederdin.. van depreminde kimin nasıl kendini parçaladığını elinden gelen yardımı yapmaya gayret ettiğine hepimiz şahit olduk.. yani yapmak isteyince herşey yapılabilir.. o adam orda yine donarak ölürdü belki ama sen ona geçerken bir selam versen iki dakika durup hal hatır sorsan muhabbet etsen ne kaybederdin.. he pardon unutmuşum kurtarman gereken bir dünya vardı dimi? 

sen yüzlerce lira gelen doğalgaz faturana isyan ederken yine soğuktan üşüyen insanlar olacak.. sen yarın da onların önünden sanki hiç yoklarmış gibi geçmeye devam edeceksin.. bu yüzden senin yalanını sikerim.. bize dünya duyarlı insan ödülü için yarışan insan rolleri kesmeyi bırak..

önce kendinize söylediğiniz yalanlardan kurtulun.. sonra başkalarının doğrularını yanlışlarını sorgulayın.. yalan kötü çok kötü ama bari kendinize yalan söylemeyin.. bize söyledikleriniz kabak gibi belli oluyor haberiniz olsun..

hadi hep beraber doğalgazlı evlerimizde battaniye altından en pahalı telefonlarımızla sosyal mecralara duyarlı mesajlar atmaya devam..