12 Ağustos 2010 Perşembe

günlüğüme yazdım da geldim..

sevgili günlük;

sana yazamadığım günlerde gezdim tozdum durdum sürekli.. öyle mutlu günler mesut saatler yaşadım ki anlatamam dicem ama zaten anlatıyorum sana.. şaka lan şaka İstanbul hiç durmayacakmışcasına yağan yaz yağmurları ile beni eve hapsettiğinden beri hayata daha farklı bakmaya başladım..

nerden nereye gittiğimi henüz kendimin de kestiremediği günleri yaşamaya devam etmekteydim.. hayatım kendinden bağımsız metaforlar ve aforizmalarla ironik bir şekilde sürerken bildiğim herşeyin aslında sadece benim gördüklerimden ibaret olduğunu öğrenmiş bulunmaktaydım..

işte böyle ciddi cümleler kuruyordum artık günlük dostum.. sabahları işe giderken evlerin camlarına bakıyordum.. hayır lan karı kız var mı die bakmıyordum hemen nerden nereye götürdün mevzuyu.. her evin aynı camları olmasına rağmen farklı perdeleri olduğunu her perdenin ardında farklı hayatlar yaşandığını düşünüyordum.. sonra sanane lan milletin hayatından iç sesim yükseliyor dışıma ve bi bakıyordum hoooop metroya gelmiş oluyordum.. kendimi kandırarak içimle arkadaş olduğumdan beri o menem yokuş da koymuyordu artık bana..

günler günlerimi böyle kovalarken benim bişey kovalamaya mecalim kalmamıştı.. çalıştığım şirketin bulunduğu yerde koridorda elektrik idaresinden kaçak oluşan cereyan dalgasına kaptırmış; yaz ayında üşütmüştüm bedenimi.. başım ağrıyor midem bulanıyordu durmadan ve enteresan olan şu ki hiç bi arkadaşım ulan Orhan acaba hamilemisin espirisini yapmıyordu.. büyüyorduk sanırımsam.. işten izin almış abi hiç iyi değilim dümeniyle evde günümü gün edecektim.. planlarım tam da kurguladığım gibi sürerken evde olduğumu fırsat bilen arkadaşlarım benden sürekli bişeyler istiyordu.. Orhan şunu yolla Orhan madem evdesin bunu da yollasana lan.. hatta bi tanesi utanmadan sıkılmadan hasta bedenimle kendime ait olduğunu dahi kanırtamadığım usb flash belleğimi getirmemi istiyordu.. hem hastaysan getirme deyip hemde telefonda boynunu kedi gibi bükerek beni zor durumda bırakıyordu.. Mert geçen sene ki hüzünlü bir trafik kazasında çıkan yangında oluşan selde boğularak ölmüştü ama mertlik ölmemişti tabi.. naçiz bedenimi son bir güç dalgalanması ile yerinden oynatıp vefanın aslında bozacı olmadığını ispatladım arkadaşlarıma.. ve hasta bir insana goril gibi yürüyosun deme cürretini kendilerinde bulan kaypaklıkla alıp gittiler flash belleğimi benden.. lojman griliğindeki metro binasına..

çok geçmedi aradan o bana goril diyen arkadaşın babasının kalbi kriz çıkardı.. globalleşen ve daralan dünyadaki ekonomik krizlere alışık olan bizler için alışıla gelmemiş bi durumdu bu tabi.. aort damarlarının dolmasıyla oluşan bu krizler sadece o kalbi taşıyan bedeni değil o bedenle gönül bağı olan herkesi etkiliyordu.. hayat bir film şeridi gibi gözler önünden geçiyordu.. dualar göğü dövüyordu.. 10 bin bakımı yaptırırcasına vücudun yedek parçaları ameliyat denen mevzuyla yer değiştiriyordu bedenin muhtelif bölgelerinde.. ve sonuç olarak başarılı bir ameliyat sonucu stand by konumuna geçmişti herkes ve herşey.. arkadaş olarak hasta ziyaretinde bulunulması icab ediyordu.. koala soyundan geldiğini sandığım arkadaşım Tayfur'a lan oğlum gidelim bi ziyarette bulunalım safımız belli olsun dedim.. İçine tripanazomigambiyetsiz mikrobu (tembellik mikrobudur) kaçmış arkadaşım Tayfur'la Emniyet Metro durağında buluşmak üzere antlaştık.. (antlaştık diyorum yemin ettirdim gelsin die.. -yemin et lan gelcen dimi -uff gelcem lan tamam gibi konuşmalar geçiyordu aramızda) Metro durağının önüne çıktım.. Tayfurun gelip beni o hayattan kurtarmasını bekleyen çokca bir yosma gibiydim o kaldırım kenarında.. bir o yana bir bu yana kaldırımda voltalar atıyordum.. Allah'ım bana da kaldırımlarım kalbinden tak diyordum üzerimden yürüsünler ama duymasınlar diyordum.. Polisler bana bakıyorlar mı lan acabasındaydım ama zerre kimsenin iplediği yoktu beni.. o esnada da zaten Tayfur çıka geldi sokak başından.. Moruk naberleşmelerinden sonra hastanenin yerini biliyomusun dedim; onun da benden farkı yoktu yaşadığı şehirden bi haberdi.. teknolojinin nimetlerini hunharca kullanmaya karar verdik.. Cep telefonumdaki navigasyon yardımı ile bulacaktık hastanenin yerini.. Gps aletinin bize vermiş olduğu koordinatlar farklı bi yeri gösteriyor gibiydi kıllandık tabi; o esnada dirililiiilliiilliii dirililililliiiii die çalan telefonda Tayfur katılımcıya hastanenin yerini soruyor tam aksi istikamet olduğuna yemin içiyordu.. Uzun uğraşlar ve 47 kişiye sorarak hastanenin yerini bulmuştuk.. geçmiş olsunlar ciddiyetindeki efendi kişiliğimiz kaç dakika sürerdi sanıyorsun günlük dostum.. aynen öyle oldu arkadaş babasının yanına gittiğinde ortam bize kalmıştı.. arkadaş abisini yanımıza bırakmış alın tepe tepe kullanın diyordu.. bir kaç ciddi muhabbetten hemen sonra ve edebi bir kaç cümle kurduğum an itibariyle arkadaşın abisi hastanenin değnekçisi edasıyla gelen arabalara yer gösteriyordu.. hiç tanımadığı insanlarla kucaklaşıyor kanımca abi Allah'ınızı severseniz çaktırmayın şurda oturan iki tane elamandan bunaldım tanıyormuşuz gibi az durun yanımda diyor sanıyordum.. saatde ilerliyordu.. izin aldık ve hastaneden ayrıldık.. zaten ayrılmasak hastane önünde yasak olan herşeyi yaptığımız için bize bir şekilde birileri izin verecekti..

yolda giderken guruldayan midemiz sinyal uyarıları ile akşam yemeği yemediğimizi haber veriyordu.. günlerce mavi marmara gemisine saldıran siyonist israile kahrolsunlar çeken biz; sistemin en büyük yandaşı olan börgır kinge girip hamburgerleri iç ediyorduk.. tayfur az biraz ısrar etti gel lan bizde kal die.. hiç yok lan olmaz demeden kabul ettim bu teklifi.. amacım tayfurun yaşadığı yeri tespit etmekti.. yolu ezberlememi istemiyormuşcasına beni şaşırtmalı yollardan götürmüştü.. üstüne birde on sekiz kat yukarı çıkartmıştı.. tam hayalini kurduğum gibi sürekli ikramların olduğu bi eve gelmiştim.. çikolatanın biri gidiyor gofretin biri geliyordu.. dondurmalar kolalar meyva suları havada uçuşuyordu.. beni etkilemeye çalışıyor gözümü boyamaya çalışıyorlardı.. hayır işin garibi etkilenmiştim de.. bir film seyrettikten sonra saatin 2 buçuk olduğunu görüp oha lan dağılın uyucam ben dedim.. sabah erkenden kalkıp ardımda bir not dahi bırakmadan terkediyordum evi.. böle gizemli bir hava oluşturacağımı sanıyordum.. gittim ya kimse aramadı lan beni.. gizemim öle kendi kendimde kalmıştı..

sonrası çile bülbülüm çile misali.. aynı günü tekrarlayan bi önceki günün dejavusu gibi sıradanlaşıyordu.. günlük dostum ben yatıyorum saat epey geç olmuş sende abartma istersen.. yazışmak temennisiyle günlük dostum kendine iyi davran...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder