28 Ağustos 2010 Cumartesi

İstanbul.................İsyanbul

acımak neyi ifade ediyor sana
bilmiyorum istanbul..
çok acı çekiyorum,
çok yalnızlık içindeyim göremiyorum.
aşkının intihar eşiğindeyim
boğazımda sevdamın ipi.

sımsıkı bağlı ama ölmüyorum.
ölmüyorum İstanbul ölmüyorum...
sana yalan sölemek geçiyor içimden,
yapmacık olmak istiyorum,
ağladığımı üzüldüğümü görme
güçlü san istiyorum..
şimdi sana yazdığım satır aralarında bi boşluktayım,
virgülümü, noktamı kaybettim kayıp oldum.
ayıp ettin..
ayıp oldum..

istanbul çıkar beni buralardan
at başka şehirlere
başka nefeslere,
ciğerim ağlıyor,
ciğerim tıkanıyor,
ağlamak için bu kadar enkaza gerek yok.
çökme üstüme, yeter çökme...
sana bağlıydım ben İstanbul
sana vurgundum..
sabahına sevdalı,
gecene hayrandım..
sevdaya, gerçek aşka ise
yalandım..

İstanbul niye getirdin beni kendime,
niye boğmadın kalabalığında,
sahipsiz bırak dedim,
ıssız bırak dedim,
rahat bırak dedim,
öldür beni dedim İstanbul öldür...

içimi acıttın İstanbul
yıkılsın köprülerin
taşsın denizlerin
yok olsun görkemin..
kelimelere döktüğüm bütün isyanlarım sarsın seni.

bir İstanbul masalı ol dedim
anlatayım dedim herkese hey koca şehir
hey heybetli görkemli şehir
tırnağım kadar değerin yok artık
kır kır at çöpe ,
halkalıda senin kadıköyde...
senin olmayan bir tek bendim İstanbul
sen sen ol beni at nüfusundan.
düşür rakımından,
çıkar sınırından...
benim sende gölgem kalır artık..
al oynat beni İstanbul.

ben seni çok yanlış sevdim İstanbul,
ama yanlış da olsa sevdim seni...
İstanbul...
İsyanbul...

Bi Melek Gördüm..

dün akşam bi melek gördüm

beyazlar içinde öylece usulca yatıyordu

kıyamadım uyandırmaya..



hiç melek uyurmu dedim kendime


ve bi türlü engel olamadım

mevsimsel bi yağış görüntüsünde

gökyüzünün ağlamasına..



dün akşam bi melek gördüm


küser gibi hayata..



dün akşam bi melek gördüm


taksim ilk yardım hastanesinin

dördüncü katında...

24 Ağustos 2010 Salı

Sevgili Dost...

Sevgili Dost;



Kalemimden kan damlıyordu.. Söylediklerim sanki ağzımdan görünmüyormuşcasına çıkan jiletler gibi karşımdakini yaralıyor kanatıyordu..

Ve bu yaralanmalar nedense en çok sana oluyordu.. Hiç haketmediğim bu dostluk denizinde bindiği teknenin yelkenlisini bıçağıyla yırtan şımarık bir çocuk gibiydim.. Yaptıklarım yetmiyormuş gibi teknenin güvertesine de kocaman bir delik açıyordum.. Sen ise sokakta top oynarken kırdığı cam için annesinin eteklerine kapaklanan çocuğa şefkatini gösteren bir anneyi aratmıyormuşcasına beni hep idare ediyordun.. Ama seninde bir sınırın vardı tabi.. Ben o sınırı bir çok kez aşmış sen her defasında bu son demiştin..

Ama biliyordum ki sendeki bu sonlar sınırsızdı.. Çünki sen gerçek bir dosttun.. Belki bu yüzden aymaz yaramaz ve serkeş davranıyordum.. En güçlü olduğumuz zamanlarda en büyük hataları yapıyorduk.. En herşeyi bildiğimizi zannederken cahilane cümleler kuruyorduk..


"Bir ressam çizdiği resme hayretle bakan adamın yanına yanaştı.. Adam ressama Üstadım sanırım resmi yanlış çizmişsiniz çünki çizdiğiniz evin kapısında açmak için anahtar yok der.. Ressam adama gülerek bu ev yüreği simgeler ve sadece içerden açıldığında dışarıdaki içeri girebilir der.."

Sevgili Dost;

Şimdi dışarıda olan benim.. Ve kapının anahtarı senin ellerinde..

Bir Dost..

20 Ağustos 2010 Cuma

doğmamış çocuğuma mektup denemesi

Sevgili; embiriyo halinden ete kemiğe bürünüp sürekli büyüyen, hayvan gibi masraf çıkaran her yaşında farklı bi sıkıntısı olan yavrum ve evladım.. Naber lan zibidi..

Sen bu satırları okuduğunda ben yaşını başını almış göt göbek bağlamış birisine dönüşüp hayatın sıkıntısına kapılmış bir ebeveyn olma ihtimalini göz önünde bulundurarak tam da beynimdeki kıvrımlar ışıl ışılken sana bir şeyler yazmaya karar verdim yavrum.. İstedim ki nasıl türlü türlü zorluklar çektik biz zamanında.. Dedenler neler söyledi bize nelerimize kızdı bil istedim.. Sen ufff baba ya böyle şeyler mi kaldı e-mail atsana diyeceğin için zaten digital ortamda hazırlıyorum yazıyı.. Eşşoğlusu bi nostalji de yaşatmadın ya neyse.. Evladımızsın sonuçta.. Kaç kere cami avlusuna bıraksam da bi şekilde geri gelmeyi bildin.. Bu yüzden çok değerlisin benim için..

Senin annen bi melek değildi yavrum.. Şirretin naletin önde gideni geride de durmayanı idi.. Yıllarca kafamın etini yedi durdu.. Benim kafa sağlam etlidir hee.. Gerçi şimdi yan odada bıraktığı yerden devam ediyor ya neyse.. Konumuz anan değil baban yavrum.. İstedim ki babanı bil tanı yavrum.. Nerden nereye nasıl gelmiş kimleri harcamış kimleri tüketmiş baban.. Dinle bak.. Gel otursana lan şuraya terbiyesiz herif..

Yavrum baban daha çocukluğunda kimseler tarafından istenmeyen sen gelme lan ayı diye dışlanan bir çocuktu.. Annemiz babamız sıradan her insan gibi ölçülere sahipken biz atalarımızdan aldığımız ölçüleri sergiliyorduk herkese.. Her sıradan çocuktan daha uzun daha yapılı daha dayanıklıydık.. Maçlarda tekme yer düşmüyoruz diye kovulurduk.. Kavga gürültüde pek bilmezdik.. Hanım evladı gibi yetiştirme özlemi vardı dedenlerin bizi.. Ama biz; ulan o çocuklarla bi daha konuş kulaklarını çivilerim şerefsiz lafları arasında kaçıp arkadaşlarımızla takılmaya da devam ediyorduk.. Ortaokul hatta lise yıllarında vasatın üzerine çıkamayan bi çocukluk yaşadığımı da burdan sana deklare ederim yavrum.. Sünepe aşşağılık çizgi filmden çizgi filme koşan, turbo sakızlarından çıkan araba resimlerini biriktiren mahallede yaşça bizden büyüklerin oynadığı misketi seyrederken ulan bir gün bende; bir gün
bende iç geçirmelerini yaşardık.. Lanet nefret gitsin ki biz o adamların yaşına geldiğimizde misket yalan olmuş taso diye plastikten bi zamazingo keşfedilmişti.. Biz hâlâ erkek adam plastiği ellemez aga modundaydık ama gidip tüm paramı yatırdığım misketler de elimde patlamıştı hani.. Yıllar yılları kovaladı lisenin son sınıfına kadar yükseldik.. Yükseldik diyorum bizim sınıfı okulun en üst katına koymuşlardı dengesiz yöneticiler.. Abi olmuştuk en ağır hissettiğimiz zamanlarda.. Neyse oraları es geçiyorum baban en büyük sıçramayı üniversitede yaptı çünki evladım..

Üniversiteyi ilk kazandığım yıllarda taşına toprağına kiline kumuna humusuna ayrı ayrı hasta olduğum şehirden İstanbul'dan da ayrılacaktım herşeyi geride bırakarak.. İstanbul hiç gitme kal demedi.. Hatta sittir lan yürü git lan die nerdeyse taş bile atacaktı arkamdan.. Kahvesi berbat koltuğu rahatsız edici hep soğuk ilçelerdeki dinlenme tesislerinde duran bir otobüse binip terketmiştim İstanbul'u.. Otobüsten indiğimde hayal kırıklığın başkentine gelmiş gibi hissediyordum kendimi.. Hiç uğruna şiirler yazılan İstanbul'uma benzemiyordu.. Western filmlerinde terkedilmiş izbe bir yol üstü kasabası kıvamındaydı geldiğim yer.. İstanbul çocuğu olmamın verdiği yetkilere abanarak önüme gelene sorular soruyor suratımın topoğrafyasını belleklere kazıyordum.. Okulun ilk zamanları aynı çocukluğumun ilk yıllarda dışlandığımız gibi gene dışlanıyorduk.. Yüzüne bakmağa doyamacağın cillop gibi hatunlar ağaç diplerinde kümelenmiş kıyafetine şekline şemaline aldanılmış erkek müsvetteleriyle muhabbet ediyordu.. Bir avuç apaçi olarak karşı devrim başlattık bizde.. Bizde bir dışlama mevzusu başlatacaktık.. Tabi başı da ben çekicektim.. Okulun bahçesinde uzun eşşekler kısa sıpalar orta boylu sığırlar oynuyor şen ve göğü yırtarcasına bir aymazlıkla kahkahalar atıyorduk.. Okulun bahçesindeki havuza sırayla birbirimizi atıyorduk.. Tüm okul hayranlıkla bizleri izliyordu.. Hee içlerinden bazısı ulan dallamalara bak öküs lan bunlar demiş olabilir ama zaman sonra aga bizde katılalım mı size bakışları ile karşımızda melül melül bekleşiyorlardı.. Kimseyi umursamadıkça kalabalık gitgide artıyor en sonunda okul yönetimi bahçede top oynamayı yasaklıyordu.. Bizde bu durumu protesto etmek maksadıyla evden çıkarıp getirdiğimiz tül perde ile okulun bahçesindeki havuzda bulunan ala balıkları yakalayıp pişirip bir güzel de yiyorduk.. Okulda çömez sınıfları arasındaki namım almış başını yürüyor üst sınıf abi ve ablaların takdiri aşiyanına kurban gidiyordum.. Gel lan aramıza katıl makara çocuğa benziyorsun diye çağırıyorlar ders çalışmam lazım diyerek reddedip okulun arka bahçesinde basketbol potasını kırarcasına smaçlar basıyor hayvanlar gibi oynuyorduk arkadaşlarla.. Biz ittikçe onlar bunlarda bi numara var deyip daha da sıkıştırıyorlardı bizi.. Bakarmısınız arkadaşım diyerek bi kamyon üst sınıf bizi kovalıyor bizde kaçıyorduk.. Yakaladıklarında ne kaçıyosunuz lan malmısınız diye de bi ton kızıyorlardı bize.. Neyse işte böyle böyle derken mezun olacak abiler ablaların zamanı daralıyor ortam bize kalıyordu.. Bunlara unutamayacakları bir anı bırakmamız lazım diye hissediyorduk.. Vee geceden kurulan ilçe pazarını yağmalamaya karar veriyorduk.. Bi kaç poşet meyveyi araklayıp önlerine koyduk alın yiyin suratınıza kan gelsin de ananız babanız sizi görünce sevinsinler istedik.. Bunları yollayıp ortamı tamamen biz devraldıktan sonra yeni gelen öğrencilere birkaç çöm şakası yaptıktan sonra çömezlik muhabbetini tarihe gömmeye karar verdik.. Bir kardeş gibi, arkadaş gibi takılmaya başladık herkesle.. Tamam gece odun çalmaya çıktığımızda onlara taşıtıyorduk malzemeleri ama bizimle aynı sobanın yanında ısınmalarına da izin veriyorduk.. Şen şakrak matrak ve bi sürü olayların yaşandığı şeyleri de başka bir zaman anlatırım evladım..

Okul bitmişti işte şimdi papellere geldik diye hayıflanmalarımıza epey zaman vardı.. Ailemiz bizi biraz idare ettikten sonra git çalış eve ekmek getir neyim demeye başladılar.. Hatta babam dozunu artırıp ara ara küfür felan da ediyordu.. Gittim devlet dairesinde iş buldum kendime.. Devlet İstatistik Enstitüsünde sayım görevlisi olarak işe başlayıp gururlanarak eve gelip babamın suratına al işte devlete kapak attım sırtımı yasladım diye sevinirken ulan malak evladım bu iş iki aylık gerçekliğini başımdan aşşağı bi avuç kaynar su dökülüyormuşcasına yaşadım.. İş iştir lafa bakılmaz diyerek gittim çalıştım.. O dükkan senin bu dükkan benim anket düzenleyen şerefsizler gibi dalıyordum heryere.. Bazısı sert yapmaya çalışıyor kaymakamlık yazısını gözlerinin içine sokuyor akıllı olun lan bi kamyon polisle doldururum burayı diye de tehditler savuruyordum.. O işte bitmişti evde annemle beraber o dizi senin bu dizi benim seyrediyor.. Annem pazara markete gittiğinde gelip Marimarın durumunu bana soruyor anne Hose terbiyesizi Marimara şöyle pislikler şöyle aşşağılıklar yaptı diye de anlatıyordum.. Evde aylak ve miskin bi yaşantım olmuştu mis gibi ulan kimse bozmasın bu rüyayı der gibiydim.. Ama her filmde kötü adamlar olduğunu hatırlatırcasına babam bana bi tanıdıkların yanında iş bulduğunu söyleyip hayallerimin üzerine beton döküyordu.. Artık her sabah kargaların bokuyla cebelleştiği saatlerde kalkacak, taşlı topraklı yollardan yürüyecek, menem yokuşlar çıkacak, o metro senin bu otobüs benim iş denen gençlik törpüsüyle hayatımı şekillendirecektim.. Aynen dediğim gibi de oldu.. İşte ananda böyle bir zamanda çıktı karşıma yavrum.. Çıkmaması için çok direndim çok yollarımı değiştirdim ama o bir şekilde gelip buldu beni.. En sonunda nasıl yaptı nasıl kandırdı bilmiyorum kelepçeledi parmaklarımdan.. Sonra seni verdi bana.. Bak evladım adam ol, insan ol insanlara saygılı olmasanda yaşlılara terbiyeli ol diye yazıyorum bu kadar şeyi.. Ağzında yalan varken asla konuşma.. Konuşacaksan da adam gibi babana yakışır orta yolu bulacak dötünü dertten beladan kurtaracak seviyede ve kalitede yalanlara bulandır sözcüklerini.. Hiç kimsenin kalbini kırma, böbreğini bıçaklama, ayağına basma, yanlarında burnunu karıştırma, ayakkabbılarını çıkartma.. Yavrum köprüyü geçene kadar ayıya dayı deme dayınlara istersen ayı diyebilirsin ama annenin yanında deme emi.. Zaten manyağın teki bi de onunla uğraşmayalım..

Cümlelerime son verirken bana sorabileceğin herşey için seni arka oda da tv seyrederken bekliyor olacağım.. Kendi hayatını kurduğunda beni daha da iyi anlayacağını umarak hoşçakal yavrum..

Baban..

16 Ağustos 2010 Pazartesi

16 Ağustos'unu 17 Ağustos'una Bağlayanlar...

Şen ve keskin kahkahaların havada daireler çizerek göğü yırttığı gündü o gün.. Umutlar, neşeler, kederler, sevgiler, nefretler ve insanı insan yapan saymaya kalkamayacağımız yüzlerce binlerce duygu karışıyordu tüm benliklere..

Dişinden tırnağından artırıp kendine altı ciheti duvarlarla örtülü bir ev alan Hüseyin Amca'da; aldığı evleri koleksiyon yapar gibi biriktiren Serdar Bey'de yarına dair umutlar biriktirecekti yürek kumbaralarında... Bazı evlerde ailesel kavgalar gerçekleştirilecekti, bazılarında inadına bir mutluluk sipariş edilecekti.. Küçük Cüneyt sabah kalktığında babasının kendisine aldığı bisiklete binecek arkadaşlarına havasını atacaktı.. Minik Uğur acaba beni yarın aralarına alıp top oynatacaklar mı hülyalarına dalacaktı.. Selim, Engin, Sedat, Şevket yarın hep birlikte kahvede bir masa kuracak öğlen saatlerine kadar oyunlar oynayacak sonra kız tavlamaya kalabalık yerlere gideceklerdi.. Ayten, Sevgi, Sevda yarın buluşacak mahallenin en yakışıklı çocuğuyla çıkan Meltem'i çekiştireceklerdi.. Bazısı yarına bile hayal kurmayacak o an ki gününün derdiyle cebelleşecekti.. Bazısı kapıcısı olduğu apartmanın işlerini bitirmenin verdiği gururla kendisine şunları diyecekti.. Bugünü de bitirdik çok şükür yürümekten şişen ayaklarını ovalarken.. Çalışan işçiler patronlarının isteklerini yerine getirmeye çabalamanın karşılığını azar işiterek görmenin hayıflanmasında olacaklardı gözlerini yumduklarında.. Osman sevdiğe kıza açılacaktı yarın tüm cesaretini de toplayarak.. Ev hanımları sabah kalktığında hergün temizledikleri evlerini daha da nasıl temizleriz daha ne kadar piskopatlaşabiliriz acaba derdini taşıyarak yatacaklardı.. Yaslayacaklardı sırtlarını kocalarının tüm yatakta sürünerek daha da ısıttığı yataklarına.. Bazısını da uyku tutmayacak televizyonda en sevdiği dizinin tekrarını sevinçle seyrediyor olacaktı.. Anlıyacağınız herkesin bir planı olacaktı gecenin en kör karanlığında .. Ve bu insanların hiçbiri için sabah olmayacaktı birdaha.. Bir varmış bir yokmuşcasına yitip gideceklerdi umutlarıyla bu dünyadan.. Ama en çok da aramızdan kaybolacaklardı..

Önce içten içe yükselen bir uğultulu surround ses, sonrasında çatırdamalı ses efektiyle güçlendirilmiş; her sene yüksek maliyetlerle yapılan ama tutmayan hollywood sahnelerinde dümenden yıktırılan binalar eşliğinde bir yokoluş sahnesi getirilecekti plazma ekranlı hayallere.. İşte bu insanlar sizin hayranlıkla seyrettiğiniz o filmlerdeki yıkılma sahnelerini yaşayacaklardı.. Hiçbirzaman ballandıra ballandıra da anlatamayacaklardı.. Asla da mevzusunu yapamayacaklardı.. Ve şuan bunu anlatabilenlerin, okuyabilenlerin, yazabilenlerin, şahit olabilenlerin ne kadar aymaz ne kadar ahde vefasız insanlar olduğunu gösterecekti enkaz altında kalan bu yürekler.. Sanki iskambil destesinden yaptığı prizmatik kulesi yıkılıyormuşcasına umursamaz insanlar haline dönüşecektik hepimiz.. Hep suçlayacak insanlar arıyacaktık..Bulunca çılgınlar gibi sevinip sanacaktık daha mutlu daha huzurlu ölmüş olacak taş yığınlarının altına bekleşen cesetler.. Ve inadına o taş yığınlarının altından insanlar çıkacaktı günler sonra film seyreder gibi enkaz seyredenlere insanlık öldü mü diyerek... Herşeyi devletten bekleyen gelsin devlet kurtarsın arsızlığını yaşayanları da görecektik ekranlarda.. Ama sesimizi çıkarmayacaktık ölen binlerce insanımızın ruhlarına saygısızlık olacağını düşünerek..

İşte böyle bir gecede bağlandı tüm hayaller imkansızlığa.. Siz hangi isteğiniz olmadı diye ağlamıştınız sabahlara kadar.. Hangi istekleriniz gerçekleşmedi diye kırmıştınız kalpleri.. Kaç kişiden oluşuyordu sizin hayalleriniz.. Mutlu mesut bir hayatın terkisinde kaç tane daha istekleriniz gerçekleşecekti gerçekleşmeyen yüzbinlerce hayali yok sayarak.. Hayaline sakat olarak devam edecekleri ve hiç devam etmeyecekleri düşünürek isteyin tüm isteklerinizi; bir sonrakinde siz olacağını düşünürek kafanızı koyduğunuz yastığınızdan...

17 Ağustosu her sene yaşanır ama acısını bir daha yaşamamak umuduyla.. Açılan her yürekteki kurumayan yaraları görüp aynı hızla kaparcasına..

Rahmet dileklerimle tüm ölenlere ELVEDA...

14 Ağustos 2010 Cumartesi

yaşantımı yaşantına yasladım... (deneme)

hayat; neresinden tutarsan tut hep olmayacakların gerçekleştiği buna rağmen istemekten bir türlü vazgeçilmeyen yaşam formunun halk arasında bilinen adıdır.. insan yaşamı ile ölümü arasında sıkışıp kalan yılları ya süper hatıralarla anacak yada geçmişimin içine sıçayım ulan diye hayıflanıp miskin miskin hayallere dalarak anımsayacaktır.. işte bu serzeniş dolu hayatın içinde insan; ne yaparsa yapsın kendisini mutlu hissetmek istediği biri yada birilerine mutlaka yaslayacaktır ömrünü.. bir iki üç dört belki defalarca deneyecektir ama mutlaka deneyecektir.. çünki insan yalnız kalmayı beceremeyecek kadar cühela bir varlıktır.. yalnız bazı insanlar kalabalıklar içinde bir başına kalabilirler.. onlarda gerçekten sevebilen insanlardır..

işte böyle ılık bir sonbahar akşamı yasladım yaşantımı yaşantına.. ben yaslandıkça kaykılıp düşecekmiş gibi olan büro koltuğu gibi yaylanıyordun arkaya.. ama hiç düşmüyordun hacıyatmazcasına.. günler günleri kovalıyor sonbahar yerini ilkbaharı yaşatmadan yaza zerk ediyordu.. yaz deyince akla ilk düçar olan nedir peki.. tabi ki neme bulanmış nefes almayı zora sokan sıcaklar.. işte öyle bir sıcakta vücudumdan asla çıkmasını istemediğim halde zorla çıkan ter gibi çıkıverdin hayatımdan.. öyle ıslak öyle kaygan öyle can sıkıcı.. yemelerim içmelerim bir başka olmuştu artık.. ne yana baksam sen oluyordun, sonunda sen kokuyordun ve ben bitiyordum.. zamanın herşeye ilaç olacağını biliyordum ve hergün aç karnına iki doz alıyordum senli hayallerden..

günlerim hayret, hasret ve muammalar içinde sürüklenirken yazmak denen illete kapıldım.. çok zamanın kalmadı dediler.. ne yazarsan o kadarını yazacak kadar zamanın kaldı dediler.. içindekini dışına kusman için son radden, son demin dediler.. ve bu söylemler üzerine en güçlü silahını almış bir komutan gibi saldırdım ordularımla bembeyaz sayfalara.. hıncımı sanki harflerden çıkarıyormuşcasına kelimeler oluşturdum cümlelerimin arasına.. ve o cümleler en çok seni anlatırken en çok da sen olmuyordun mısralarımda.. senli bir sensizlik yaşıyordum yazılarımda.. gerçek hayatımda hiç olmayacağını bildiğimden sarıldım sanırım gudubet paragraflara..

sen diye bir ben oluşturduğumu anladığımda açtım gözlerimi o derin uykudan.. ve herzaman olduğu gibi ben gözlerimi açtığımda sen uyumakta oluyordun.. ''kaldırımların kalbinden taşıyordum'' üzerimden geçen onca insanı umursamazken.. ve sen hiçbir zaman geçmiyordun o karanlık sokaktaki kaldırımdan.. işte ''ben o kaldırımların emzirdiği çocuktum'' sen ise kaldırımlara küs ''araba sevdası''na dalmış bir hezeyandın..

hezeyanım ve heyacanım adına; başka bir ömür, başka bir oluşumda rastlaşabilmek elvedasıyla merhaba...

12 Ağustos 2010 Perşembe

günlüğüme yazdım da geldim..

sevgili günlük;

sana yazamadığım günlerde gezdim tozdum durdum sürekli.. öyle mutlu günler mesut saatler yaşadım ki anlatamam dicem ama zaten anlatıyorum sana.. şaka lan şaka İstanbul hiç durmayacakmışcasına yağan yaz yağmurları ile beni eve hapsettiğinden beri hayata daha farklı bakmaya başladım..

nerden nereye gittiğimi henüz kendimin de kestiremediği günleri yaşamaya devam etmekteydim.. hayatım kendinden bağımsız metaforlar ve aforizmalarla ironik bir şekilde sürerken bildiğim herşeyin aslında sadece benim gördüklerimden ibaret olduğunu öğrenmiş bulunmaktaydım..

işte böyle ciddi cümleler kuruyordum artık günlük dostum.. sabahları işe giderken evlerin camlarına bakıyordum.. hayır lan karı kız var mı die bakmıyordum hemen nerden nereye götürdün mevzuyu.. her evin aynı camları olmasına rağmen farklı perdeleri olduğunu her perdenin ardında farklı hayatlar yaşandığını düşünüyordum.. sonra sanane lan milletin hayatından iç sesim yükseliyor dışıma ve bi bakıyordum hoooop metroya gelmiş oluyordum.. kendimi kandırarak içimle arkadaş olduğumdan beri o menem yokuş da koymuyordu artık bana..

günler günlerimi böyle kovalarken benim bişey kovalamaya mecalim kalmamıştı.. çalıştığım şirketin bulunduğu yerde koridorda elektrik idaresinden kaçak oluşan cereyan dalgasına kaptırmış; yaz ayında üşütmüştüm bedenimi.. başım ağrıyor midem bulanıyordu durmadan ve enteresan olan şu ki hiç bi arkadaşım ulan Orhan acaba hamilemisin espirisini yapmıyordu.. büyüyorduk sanırımsam.. işten izin almış abi hiç iyi değilim dümeniyle evde günümü gün edecektim.. planlarım tam da kurguladığım gibi sürerken evde olduğumu fırsat bilen arkadaşlarım benden sürekli bişeyler istiyordu.. Orhan şunu yolla Orhan madem evdesin bunu da yollasana lan.. hatta bi tanesi utanmadan sıkılmadan hasta bedenimle kendime ait olduğunu dahi kanırtamadığım usb flash belleğimi getirmemi istiyordu.. hem hastaysan getirme deyip hemde telefonda boynunu kedi gibi bükerek beni zor durumda bırakıyordu.. Mert geçen sene ki hüzünlü bir trafik kazasında çıkan yangında oluşan selde boğularak ölmüştü ama mertlik ölmemişti tabi.. naçiz bedenimi son bir güç dalgalanması ile yerinden oynatıp vefanın aslında bozacı olmadığını ispatladım arkadaşlarıma.. ve hasta bir insana goril gibi yürüyosun deme cürretini kendilerinde bulan kaypaklıkla alıp gittiler flash belleğimi benden.. lojman griliğindeki metro binasına..

çok geçmedi aradan o bana goril diyen arkadaşın babasının kalbi kriz çıkardı.. globalleşen ve daralan dünyadaki ekonomik krizlere alışık olan bizler için alışıla gelmemiş bi durumdu bu tabi.. aort damarlarının dolmasıyla oluşan bu krizler sadece o kalbi taşıyan bedeni değil o bedenle gönül bağı olan herkesi etkiliyordu.. hayat bir film şeridi gibi gözler önünden geçiyordu.. dualar göğü dövüyordu.. 10 bin bakımı yaptırırcasına vücudun yedek parçaları ameliyat denen mevzuyla yer değiştiriyordu bedenin muhtelif bölgelerinde.. ve sonuç olarak başarılı bir ameliyat sonucu stand by konumuna geçmişti herkes ve herşey.. arkadaş olarak hasta ziyaretinde bulunulması icab ediyordu.. koala soyundan geldiğini sandığım arkadaşım Tayfur'a lan oğlum gidelim bi ziyarette bulunalım safımız belli olsun dedim.. İçine tripanazomigambiyetsiz mikrobu (tembellik mikrobudur) kaçmış arkadaşım Tayfur'la Emniyet Metro durağında buluşmak üzere antlaştık.. (antlaştık diyorum yemin ettirdim gelsin die.. -yemin et lan gelcen dimi -uff gelcem lan tamam gibi konuşmalar geçiyordu aramızda) Metro durağının önüne çıktım.. Tayfurun gelip beni o hayattan kurtarmasını bekleyen çokca bir yosma gibiydim o kaldırım kenarında.. bir o yana bir bu yana kaldırımda voltalar atıyordum.. Allah'ım bana da kaldırımlarım kalbinden tak diyordum üzerimden yürüsünler ama duymasınlar diyordum.. Polisler bana bakıyorlar mı lan acabasındaydım ama zerre kimsenin iplediği yoktu beni.. o esnada da zaten Tayfur çıka geldi sokak başından.. Moruk naberleşmelerinden sonra hastanenin yerini biliyomusun dedim; onun da benden farkı yoktu yaşadığı şehirden bi haberdi.. teknolojinin nimetlerini hunharca kullanmaya karar verdik.. Cep telefonumdaki navigasyon yardımı ile bulacaktık hastanenin yerini.. Gps aletinin bize vermiş olduğu koordinatlar farklı bi yeri gösteriyor gibiydi kıllandık tabi; o esnada dirililiiilliiilliii dirililililliiiii die çalan telefonda Tayfur katılımcıya hastanenin yerini soruyor tam aksi istikamet olduğuna yemin içiyordu.. Uzun uğraşlar ve 47 kişiye sorarak hastanenin yerini bulmuştuk.. geçmiş olsunlar ciddiyetindeki efendi kişiliğimiz kaç dakika sürerdi sanıyorsun günlük dostum.. aynen öyle oldu arkadaş babasının yanına gittiğinde ortam bize kalmıştı.. arkadaş abisini yanımıza bırakmış alın tepe tepe kullanın diyordu.. bir kaç ciddi muhabbetten hemen sonra ve edebi bir kaç cümle kurduğum an itibariyle arkadaşın abisi hastanenin değnekçisi edasıyla gelen arabalara yer gösteriyordu.. hiç tanımadığı insanlarla kucaklaşıyor kanımca abi Allah'ınızı severseniz çaktırmayın şurda oturan iki tane elamandan bunaldım tanıyormuşuz gibi az durun yanımda diyor sanıyordum.. saatde ilerliyordu.. izin aldık ve hastaneden ayrıldık.. zaten ayrılmasak hastane önünde yasak olan herşeyi yaptığımız için bize bir şekilde birileri izin verecekti..

yolda giderken guruldayan midemiz sinyal uyarıları ile akşam yemeği yemediğimizi haber veriyordu.. günlerce mavi marmara gemisine saldıran siyonist israile kahrolsunlar çeken biz; sistemin en büyük yandaşı olan börgır kinge girip hamburgerleri iç ediyorduk.. tayfur az biraz ısrar etti gel lan bizde kal die.. hiç yok lan olmaz demeden kabul ettim bu teklifi.. amacım tayfurun yaşadığı yeri tespit etmekti.. yolu ezberlememi istemiyormuşcasına beni şaşırtmalı yollardan götürmüştü.. üstüne birde on sekiz kat yukarı çıkartmıştı.. tam hayalini kurduğum gibi sürekli ikramların olduğu bi eve gelmiştim.. çikolatanın biri gidiyor gofretin biri geliyordu.. dondurmalar kolalar meyva suları havada uçuşuyordu.. beni etkilemeye çalışıyor gözümü boyamaya çalışıyorlardı.. hayır işin garibi etkilenmiştim de.. bir film seyrettikten sonra saatin 2 buçuk olduğunu görüp oha lan dağılın uyucam ben dedim.. sabah erkenden kalkıp ardımda bir not dahi bırakmadan terkediyordum evi.. böle gizemli bir hava oluşturacağımı sanıyordum.. gittim ya kimse aramadı lan beni.. gizemim öle kendi kendimde kalmıştı..

sonrası çile bülbülüm çile misali.. aynı günü tekrarlayan bi önceki günün dejavusu gibi sıradanlaşıyordu.. günlük dostum ben yatıyorum saat epey geç olmuş sende abartma istersen.. yazışmak temennisiyle günlük dostum kendine iyi davran...

öylesine...

sevgili günlük;

evet nerdeyse aylardır sana birşey yazmıyorum farkındayım ama sende bana
bişeyler yazmadın ki arkadaş böyle bi arkadaşlık olmaz..olamaz.. neyse iç
meselemizi milletin gözü önünde tartışmayalım..bilahare hesaplaşacağız
seninle..

şöyle geriye dönüp baktığımda neden yazmadığımla alakalı tek bir nedene dahi
rastlayamadım.. bugün yazmamdaki amaç ney vallahi bende bilmiyorum..
hersabah o menem yokuşu çıkıyorum hala; insanlar gene umursamaz gene aymaz
gene kendini beğenmiş birer et yığını olarak o yokuşun tepesinde beni bekler
halde oluyorlar..elimi cebime atıyorum ve akbilimin her üç günde bir
bittiğini farkediyorum.. param bitmesin die az az yüklediğimde sanıyorum ki
daha mutlu olacağım..ancak her üç günde bir doldurmamdaki amacı burdan
herkese de deklare etmek isterim..şimdi her üç günde bir yüklediğimde büfeci
amca sıfatımı ezberleyebilecek olası bir durumda bana ekstradan bi yükleme
yapabilecek kanısındayım.. tamam 3 aydır bi numara yok ama ben umutla
beklemeye ve azmetmeye devam ediyorum..

günlük dostum sana yazamadığım zamanlarda twitter denen siteye tam 6000 tane
şey yazdım.. hepsi hayata dair ufak hatırlatmalardı..hatırı sayılır bi
takipçi listesine de ulaştım.. ama baktım ki bana mutluluk veren kişiler
ordakiler değilmiş.. her gün gündüz çalıştığım yerdeki insanlarla geyikler
akşam evde twitter facebook ve emesendeki konuşmalar beni gitgide kendimden
uzaklaştırmıştı.. bende oyunlara daldırdım kendimi lanet nefret gitsin ki
bejelewed blitz die bi oyuna kaptırdım yakamı.. ne yapsam ne etsem
arkadaşlarımın ulaştığı rakamlara erişemedim.. kendimmi salağım acaba die
hayıflanırken yüzyılın en büyük yalanında aradım mutluluğu.. tuş
basmıyordu.. evet evet mouseum iyi değildi.. böyle avutuyordum kendimi..

hayatım tam bi buhrana doğru sürüklenirken biri çıktı karşıma..bir dost bir
arkadaş bir gönül insanı..aslında iki kişi çıktılarda uzay mekiklerinin uzay
boşluğuna çıktığında yakıt tankını atması gibi ayrıldı aramızdan bi tanesi..

o sinema senin bu sinema benim filmlere gitmeye başladık.. yılların film
eleştirmenlerini aratmayan ukalalıkla bu olmamış bu tırt böle sahne olmaz
olsun gibi yorumlar eleştiriler getiriyorduk milyonluk yatırımlara.. mc
donald's ta burger king de ayın müşterisi değerlendirmelerine nerdeyse konu
oluyorduk..

sonra yıllardır yapmadığım bir şeyi yaptım sabahın en kör karanlığında
kargalar daha bokuyla cebelleşmemiş üzereyken hemde..pazar kahvaltısı..evet
evet pazar kahvaltısı hemde tam saatinde..böle ormanlık bi alanda sabah
kahvaltısında sanıyorsunuz ki insanlık dışı yemekler yiyeceğim.. yok arkadaş
temiz hava önce çarpıyor sonra da sindirim sisteminizi yavaşlatıyor ve
sadece el kadar bişeyler yiyebiliyorsunuz.. sonra arkadaş grubuylan
kiralanan bisikletlerle atılan bi saatlik tur.. evet keyifli sizi
çocukluğunuza sürükleyen bi macera duygusu ama yıllardır binmiyorsanız ve
heleki sele sizin ağırlığınıza göre tasarlanmamışsa ertesi gün tarifi
imkansız bir ağrı ile sabahı ediyorsunuz..

o gün şampiyonluk düğümünün çözüleceği günle aynı güne denk gelmişti
ormanlık piknik macerası.. aramızdaki tek fenerli arkadaşım maçı seyretmek
istediğini deklare etti.. kimse buna yanaşmadı.. ben seyredebilirdim.. iyiki
de seyretmişim diyorum şimdi.. yoksa bi sürü şeyden mahrum kalacaktım..
fenerbahçe maçını seyretmek üzere kadıköy vapuruna bindik.. hava herzamanki
gibi muhteşemdi.. vapurdan indiğimizde horon ekibi karşıladı bizi..hiç
gereği yoktu oysaki.. biraz onlar seyrettikten sonra hiç gitmediğim kadıköy
sokaklarını dolaşmayı teklif ettim arkadaşıma.. kadıköydeki her fenerli
şampiyonluk havasına bürünmüş deliler gibi yeri göğü inletiyorlardı..
kadıköyde geçen sene tuttuğum takım şampiyon olduğunda bizi dövenlerin bu
sene beşiktaş sen bizim herşeyimizsin tezahüratları çok manidar gelmişti
bana.. ama yinede pis bir şekilde gururlandım bundan.. maç saati yaklaşmış
tırım tırım seyredecek yer arıyorduk en sonunda samatyalı aziz vefayı yıllar
önce dövdürüp amerikada tavuk ekmek satmasına mani olan kentucky amcanın
friend chicken lokantasında beleşten maçı seyrederek yılların intikamını
alıyorduk.. maç başladı.. rakip maçta bursa golü buldu.. herkes beşiktaşıma
küfürler ediyordu.. sonra fener golü buldu.. sonra bursa ikinci golü buldu..
o esnada trabzonda fener ağlarına bir gol bırakınca ihaleye fesat karıştı..
fenerin 35 e yakın pozisyonu kalesinde insanlığından sıyrılan trabzon
kalecisinde kalıyordu.. maçın son anlarında kimin nerden nasıl söylediği
hala muamma olan bjk 2. golü buldu anonsu duyuldu.. curcuna içinde herkes
doyasıya seviniyor biraz önce küfür edilen bjk lehine tezahüratlar
inliyordu.. garip bi gururla dolmuştum ki haberin feyk olduğu geldi.. herkes
yıkılmıştı.. hüsran ve sinir harbi yaşanırken belki de o esnada en çok
dövmek istedikleri bjk taraftarı tam burunlarının dibindeydi die düşünüyor
ayrıcada tırsıyordum.. Allahtan arkadaşım satmadı beni.. yoksa istanbulun
yedi tepesine gömülmek üzere yedi parçaya ayrılmış olacaktım..

böyle böyle derken günler günleri kovaladı sevgili günlük.. evet şuan biraz
uzatarak yazdığım günlük yazıma burda nokta koyarken hayatta herşeyin
aslında paylaşınca güzel olduğunun farkına vardım..

paylaşım duygusunun dinmemesi temennisi ile..

birkaç günlük yazı 2. kısım

sevgili günlük;

en son dışarı çıkıyorum dedim ya sana evet çıktım..her yan günlük güneşlikti..üzerime bi t shirt altımada bi kargo pantolon çektim çıktım dışarı..kendimi kasa kasa yürüyorum..hoş kime kasıyorsam kendimi.. mahallede kız mız kalmamıştı..yeni bi bina yapıldı mahalleye dev yarasa bişi..umudum vardı o binadan ama orasıda tırt çıktı..neyse köşe başına kadar gelebildim..beni ferit yakaladı..gel illa assagi inelim bilardoda sıra yoksa oynayalım dedi..iyi dedim indik..(indik diyorum hani biz dağda yaşamıyoruz kot farkından dolayı biraz aşşağıda kalıyor)..

4 tane masada 9 ar kişi sıra vardı..bu demek oluyordu ki 36 kişi sıra bekliyordu..iki kişi oynadıklarını da göz önüne alırsak tam 72 kişi oyun oynamanın derdindeydi..vay anasını sayın seyirciler dedim ve kenarda abimin oyun oynadığı masaya yumuldum..beleşten bi iki çay içtim..sıra gelmeyeceğini bildiğimizden çıktık dışarı..geldik mahalleye geri..mahallede bi şenlik havası vardı..nedeni selçuk adlı arkadaşım evleniyormuş koşturmaca ondanmış..vay anasını dedim içimden..bu mevsimde evlenilirmi..ben yatakta bi başıma buhranlara giriyorum sıcaktan adam artık iki kişi olacaktı..düşünmesi bile beni terletti...

köşede bi kalabalıklaşma oldu..zibidi tayfasından temelhan,emre,ibo,aşkın,ilhan ve ismini hatırlamadığım bi kaç kişi vardı..temelhanla ben sazı elimize almış bi o bi ben aşıklar gibi atışıyoduk..emrede ağzıyla saz sesi çıkarıyordu..espiriler fıkralar havada uçuşuyordu..öküs gibi gülüyorduk..o esnada sonat geldi..hacı dedi gel senle gaziosmanpaşaya çıkalım bişiler bakalım dedi..ii tamam dedim yol üzerinde bi güveççiye sokup iki güveç ısmarlattım zorla..

gittik gaziosmanpaşaya yer gök insandı..anneler günü münasebetiyle bu kadar kalabalık vardı die düşündüm..ama kalabalığı gördüğümde bu insanların dertleri elleri öpülesi annelerine hediye almak değil serseri mayın gibi gezmek olduğunu anladım..millet bayramlıklarını giymiş gibiydi..herkeste bi alım bi çalım..bi fiyaka..ne oluyo nen dedim..biraz dolaştık sonra geri dönmeye karar verdik..mahalleye geri geldik..

ferit bi araba ayarlamıştı hacı dedi gel bi gidelim şu düğünde bi görünelim dedi..iyi dedim gittik..en arka masaya oturduk..kadir inanır gibi etrafa rol kesiyordum..ağır abi havalarında..bizi zerre ipleyende yoktu hani..dedim kalk gidelim ferit..kalktık..dışarı çıkarkende bizi ipleyen yoktu..sadece mahalleden bi arkadaş gördü..gidiyormusunuz dedi..evet dedik ve çıktık..

mahalleye yine gelmiştik..sokak terkedilmiş vahşi batı kasabaları gibiydi..öyle uzun uzun boş sokağa baktım..sonra üşüdüğümü farkettim..hava soğumuştu..eve gitmem gerektiğiyle alakalı beynime bi komut geldi..beynimde ayaklarıma koş dedi..koşarak eve gittim..

ve yeni bi günün; bana yeni şeyler öğretmesi için bilgisayarımın karşısında amors durup zamanın akmasını seyre koyuldum..

birkaç günlük yazı 1. kısım

sevgili günlük;

bi kaç gündür sana bişeyler karalayamıyordum..işlerim mi vardı? hayır!! hani insan günlüğüne filmlerde dizilerde günlük tutup enteresan şeyler yazan insanlar gibi yazmak istiyordu ama nafile..neden benim de günlüğüm ''butterfly effect'' filmindeki gibi bi günlük olmasin die iç geçirdim günlerce...yaw sabah metroya uykulu uykulu binip sonra belediye otobüsü ile işine giden adamın hayatında ne gibi bir atraksiyon olabilir ki sorarım size..

herkesin elinde istanbulda beleşten dağıtılan kıytırıktan iki gazeteden birisi muhakkak vardı..bi kenarda durmuş sözde bişeyler okuyorlardı..karı kız fotolarına bakıyorlar ne okuması..kızlar gene kasıntılı erkekler yine polat alemdar tribindeydi otobüste...hani sabahları galata köprüsünden geçerken içime teneffüs ettiğim enfes boğaz havası olmasa ne o seyahat çekilir ne de bu hayat çekilirdi..

otobüsten indim ve hayatımın sanki en uzun yolunu yürüyordum..ben adım attıkça sanki arkamdan birisi tüm dekoru geri çekiyordu..

iş yerinde buhran dolu dakikaları cuma günü geçirmenin en sevdiğim yanı o gün tahsilat günü olduğundan benim de dışarı çıkıyor olmamdı..hem müşterilere gidiyor hemde tarihi eminönü sokaklarında salına salına geziyordum..

akşam oldu mahalleye geldim..bilardo oynamasından zerre anlamayan ama intihar etmesinden tırstığım ferit kod adlı arkadaşıma hacı ne güzel oynuyosun platin bilardo turnuvalarına girsen derece yaparsın gibi aradan gazı veriyordum..zaten biraz bilardodan anlasa benim gibi istekanın kıç kısmıyla atış yapan adamı rahat yenerdi..

sıra beklerken bilardoda tüm zamanını geçiren güruhtan birisiyle maç ayarlamış..hacı ben bi oynasam dedi..bende tamam dedim..yusuf abinin meşhur halk ekmeği tostundan bi karışık yedim...arkadaşımda öbür elemanın sayılarından yedi bolca..ilk set direndi ama kaybetti..ikinci set kazandı..son set gömleğinin düğmelerini bile yırttı arkadaşım..skoru sölemek bile istemiyorum..

bu esnada da telefonumun hücresel mesajlarının biri gidiyor birisi geliyor..bjk maçında dk.9 iken mac 4-0 olmuştu..hemen bi matematikçi gibi hesaplamalar yaptım..dedim maçın 36-0 bitmesi lazım hesaplarıma göre 90 dk sonunda..ben öle dedim durdu takım..aradan biraz zaman geçmedi ki trabzon bi gol atti trabzonlulardan çok gs lılar zıpladı..çok demeden gs da golü buldu..üst katı dijitürk stadyumu olan bilardo salonu yıkılıyordu..kameralardanda mehmet abi (bilardonun sahibi) holiganları tespit ediyordu..

dışarı çıktım heryerden silahlar sıkılıyordu..zaten kocatepe mahallesi küçük bir teksas kasabası gibiydi..karadenizli olanların muhakkak bi beylik tabancası vardı..fırsat bu fırsat diyip havayı dövüyorlardı tabancaları ile..havai fişekler felan ulan dedim bi yerime bişi olmadan eve gidebilirsem iyidir..fenerliler sus pustu gslıların suratında pis bi sırıtış vardı..spor programlarında son maçların yorumları sezondaki hatalar masaya yatırılmıştı; kaldırmaya çalışıyorlardı..ama öle bi yatmıştı ki kalkacak gibi gözükmüyordu..bende de hadi nen deyip gittim yattım..

sabah sabah karga boquyla temas etmemişken kalktım..hemde bi pazar sabahı..karşı komşu emine ablanın oğlunu uyandırdım..emine abla biz giderken oğluna..ulan murat anan kalp krizi geçiriyo deseler pazar günü geçirmesin dersin ama maaşallah maça gidiyorsun dedi.. :)))
maça gittik herkes bi kenarda yatıyordu işte fırsat bu dedim aldım topu sanki yanımda adamlar varmış gibi çalımlar atıyordum amacım herkesi çalımlayıp gol atmaktı..ayağım halı sahanın kıvrılan halısına gelmişti düştüm takla attım..etrafıma baktım kimse bana bakmıyordu..ii dedim kalktım bi kenara oturdum bende..rakibi beklemeye koyuldum..rakip geldi gitti..aradaki olayları anlatmak bile istemiyorum... :)))

eve geldim herkes yatıyordu..açtım interneti amacım kaçan uykumu getirecek bi ninni bulabilmekti..açtım lime wire ı tarattım ninni die..bi tane şarkı bulamadı..bende uyumaktan vazcaydım..güneş pencereden içeri dalıyor kendini iyiden iyiye hissettiriyordu..

dedim dışarı çıkayım bi gs lı gibi tüm fenerlilerle uğraşayım..günlük dostum sen hangi takımlıydın arada sormayı unuttum..
günlüğüm sivassporluydu (gönüllerin şampiyonu) ben bjk lıydım (bu sene de şampiyonluğu gaspedilen takım)..

1 mayıs ve sonrasına kısa bir özet...

sevgili günlük;

geçen akşam tv de bi şampuan reklamı seyrettim..elemanın saçları şampuanla saçlarını yıkayınca ahenkle halay çekiyordu..evet evet beyaz gelincik dizisinde asi evlat mustafadan bıçak sırtında karakteri defolu orhan'ın kardeşi mehmet'ten; mehmet günsurdan bahsediyorum..ben bu adamın gazına gelip saçlarımı hed end şoldırs marka şampuanla yıkadım..amacım sabah metro yolunda böle saçlarımı gere gere yürümekti..ama bu bendeki saç yerinde olması gereken şeyin ne biliiiim saç olmadığını...rüzgarda dalgalanacağına resmen benle dalga geçiyordu..

1 mayıs günü bu şekilde başladı..anlam veremediğim şekilde sakindi sokaklar..ulan bi olay olsada işe gitmesem derdindeydim..ama yoq bi tane işçi de çıkıp kalabalıklaşmıyordu..

hani zamanında kalabalıklar arasında sıkışıp kalmış biriyim o heyecanı yaşamışım tırsmışım..gene olsun da torunlarıma anlatacak anılarım olsun derdindeyim..ama işçiler hem ağlaşıp geçinemiyoruz derken eylemlerini taksimde yapma taraftarı idiler..aksaray ve eminönünde çıt çıkmıyordu..burdakiler sanki işçi değil köleydiler..hayır anlamadığım ameliyatla beyinlerimi alınmıştı burdaki işçilerin de eylem yerine çalışıyorlardı..

beleş gazete dağıtan adamlar yoktu yerinde..gün başladığı gibi çok silik geçmişti..eve geldim tv lerde dayak yiyen biber gazı sıkılan işçiler vardı..hem sevindim hem üzüldüm..

üzüldüm; orda dayak yiyenler işçi de sendika başkanları ney..onlar neden orda değiller emekçi kardeşleri yanında jop yemiyorlar die içimden geçirdim..zaten 1 mayıs zerre umrumda değildi benim için önemli olan tv de sevdiğim dizinin en heyecanlı bölümü bu akşamdı..

gece geç bi vakitti yattım..sabah yine istemeyerek de olsa uyandım..üzerimi hışımla giydim dışarı çıktım (sebebi yine geç kalmıştım) daha sokağa çıktığım gibi her taraf yüzüne bakmağa doyamacağın cillop gibi kızlarla doluydu.
ne oluyo lan dedim..sanırım ölücem ölmeden önceki iyilikler die düşündüm..

aman akşam olmasın die içimden çığlık attım..metroya gittim metrekareye en az 3 - 4 kız düşüyordu..nen dedim bu kızlar diğer altıgün nerdeler..metroda cama yaslanırken ulan dedim kendi kendime sapıkmısın olum sen..gözlem yapacam derken dürbünleri sadece kızlara çeviriyosun dedim kendi içimdeki adama..dedim bi çeki düzen ver kendine..bi adam ol..iki dakka insan ol dedim..dinlemedi tabi..

ya dinleseydi die korktum da hani..

ben bu keşmekeş içindeyken son durağa gelmiştim..

yirmi günlük yazı..

sevgili günlük;

sana yaklaşık yirmi gündür bi şeyler çiziktirmiyorum.. işim mi vardı? hayır!! tatile mi çıktım? gene hayır!!! peki neden yazmıyordum..sanırım aşırı sıcaklar yüzünden içimdeki yazma isteği de buharlaşıp gitmişti.. beyni alınmış öküsler gibi işime gidip geliyor bi günlük tuttuğum zerre aklıma gelmiyordu..neyse ki bi ara günlük tuttuğum aklıma geldi de bişiler yazayım dedim kendi kendime..

hafızamı şöyle bir search ettim ve bu yirmi günlük zaman dilimi içinde en önemli olay yaklaşık iki buçuk senedir görmediğim eski bi arkadaşımla buluşmuş olmamdı...

internette amaçsızca dolaşıyordum..can sıkıntım had safhaya hatta doruklara ulaşmıştı..facebookta eski arkadaşlarımı arıyor ama bir türlü istediklerimi bulamıyordum..bilinç altımda bi yerlere attığım bi arkadaşım aklıma düçar oldu..onun adını yazdım..birisini buldu...ulan dedim bu teknoloji yoksunu adam olamaz dedim..ama bi umut ekledim..evet oydu..bunun resimlerine yorumlar yapıyordum..bi tanesinde hacı dedim versene emesen adresini ordan muhabbet ederiz dedim..yoq veremem dedi öle herkese vermiyorum dedi..ağzıma ne geliyosa söledim bi sürü de günaha girdim ve yazı olarak cevaben ii lan sen bilirsin..sana sadece hiçbirşey demiyorum die de acaip bi devrik cümle kurdum..

aradan bi zaman geçti bu feysbukun çet kanalına da üye olmuş..add friend olan arkadaşlarımdan birisinin orda olduğunu bana haber verdi..baktım bu hi one..naber lan dedim..ii dedi..nasıl gidiyor dedim..ii dedi i3 le hala şarkı yapıyomusun dedim...aa ulan sen yoqsa felan dedi ve beni tanıdı..hacı dedi hemen emesen adresini ver dedi..sittir lan dedim..ben geçen istedim vermedin dedim..o da hacı seni bi başkası ile karıştırdım dedi..sen ver ben eklerim dedim..verdi hemen ekledim.. emesenden bi müddet muhabbet ettik..bi ton yalaklandı..ben tabi büyüklük bende kalsın dierekten (oysa benden bi yaşta büyük hani) affettim..dedim çık dışarı da bi yerde çay çorba içelim dedim..

bunların evinin oraya gidene kadar hayatımın geçmiş kısmı gözlerimin önünden bi şey şeridi gibi geçti.ney şeridiydi lan o..neyse..bunların evin oraya vardım..köşeden telefon açtım gel die..beş dakika kadar sonra aşşağıdan tinerci ve kapkaçcı karışımı birisi belirdi..yoq lan dedim bu o olamaz..benim rocker arkadaşım olamaz dedim..ama oydu..tanımaz die yanından teğet geçtim..geri döndüm baktım acaba tanıdı mı die..o da bana bakıyor..pis pis de sırıtıyordu..

bayrampaşa meydanda caminin hemen dibinde böle çardaklarla dolu bi çay bahçesi var oraya gittik..kaçak ırak mazotundan hallice iki çay içtik..bu bana bi zamanlar ortak bi arkadaşımız olan ismini vermek istemediğim ama isminin baş harfi sema kod adlı kara kedinin evlendiğini söyledi..hani bi bardağı alırsın..böleee şangııııırrrrrtttt die kırılır ya..hani parçalarını bi araya da getiremezsin hani..benim içimde de öle bişiler kırıldı..ağzımdan hadi ya die bi cümle çıktı..kısmet hacı dedim bana sen lazımsın felan gibi geyiksel cümleler kurdum..

sonra bunla geçmişi kurcalamaya başladık çırçır die bi arkadaşta takılıp kaldık..anlattıkça çay bahçesinde öküsler gibi gülüyorduk..çay bahçesindeki adamlardan birisi geldi..bilader çay da içmiyosunuz sittirin gidin lan dedi..kalktık..adam ardımızdan versenize lan içtiğiniz çayların parasını dedi..verdik ve çıktık..

hacı dedim gel sana bolulu hasan ustadan bi sütlaç ısmarlıyayım..bu yavşak gitti dondurma yedi..birazda orda neyle alakalı olduğunu hala hatırlamadığım ve ne muhabbeti de yaptığımızı bilmediğim şeyler konuştuk...dışarı çıktık şöle tur atarak bunun evinin oraya gidiyorduk..ben bişiler anlatıyordum ama bu sığır beni iplemiyordu bile..evlerinin yakınına gelince hacı dedi ben acaip yorgunum sonra muhabbet ederiz dedi..bende arkamı dönüp hadi ii akşamlar dierek ayrıldık...arkamıza ikimizde bakmıyorduk.. (ben arkamı dönmedim bu yavşağında da dönüp bakmayacağına adım kadar emin olduğum için bu kadar emin yazdım)..

yolda giderken bi zamanlar OT'S olan (orhan-tayfur-sema ) üçlemenin artık sema kod adlı insanın evliliği üzerine OT olarak yaşamına devam edeceğini tahayyül ettim..demekki saman alevi gibi geldiğimiz bu dünyaya OT olarak devam edecektik..

taa ki bi inek bizi yiyene kadar..

geçmiş günden anılar...

sevgili günlük;

günlük tutmaya başladığım şu zaman eşşekler kadar olmuştum..hani arada geçen bi sürü zaman var anlatılması gereken ama o zamanlarda tutmadığım için şimdi geriye dönüpte o zamandan başlayarak yazamayacağım olaylar..eh aklıma geldikçe zaman tüneline girer gibi geçmişe de dönmek lazım..hani yeni yetme kardeşlerimiz olurda okursa ders çıkarsınlar die..


bir hafta sonu sabahı idi dışarı çıktım arkadaşlarla hoş sohbetlerden sonra mahallemizde bizden bi üst dönemin delikanlılarından bahattin abi üzerime doğru geldi tırstım..
bi tavuk gibi tünedim vurma abi dedim..ne vurması lan zibidi dedi gel seninle beyazıta sahaflar çarşısının oraya gidelim dedi..hani oralarda çalıştığım için avucumun içi gibi biliyordum oraları..

neyse atladık metroya eminönünde bi işi varmış abinin halletik dönerken de bi abinin bi yere emanet bıraktığı poşeti alıp mahalleye dönecektik..sahaflar çarşısında emanet bırakılan poşeti aldık içinde bizim hayati abinin oğluna aldığı oyuncaklar vardı..bi baktım bi pompalı tüfek var içinde sahici gibi..aldım elime bahattin abi koy olum onu manyakmısın diodu sürekli..ben umursamıyordum bile..abi dedim gel şurdan bi kestirme var ordan direk istanbul üniversitesinin önüne çıkalım ordan da aksaray metrosuna akarız dedim..demez olaydım..

neden mi üzerimde askeri kamuflaj pantolonu üzerimde yeşil bi t shirt saçlar askeri tarzda kesilmiş ve elde gerçeğini andıran bi pompalı tüfek..siz olsanız bu manzarada birisini görseniz tepkiniz ne olurdu..

istanbul ünivesitesinin önünü dolduran çevik kuvvet polislerinde tepkisi öyle oldu..hepsi bana bakıyordu..ben donup kalmıştım.. kıpırdayamıyordum bile..bahattin abi benden beterdi..üniversite önünde eylem yapan gençleri bırakmış bana bakıyordu onlarca yüzlerce polis..bi ki tanesi tam üzerime doğru yürüyecekken elimdekinin oyuncak tabanca olduğunu farkettiler..sonra yerini kahkahalar aldı..bende rahatladım hepsi yanındaki arkadaşına beni gösteriyordu..lavuğa bak hasan ahuahauahuahauaha die...ne gülüyosunuz lan diemedim...yanlarından usulca geçtim..

miting yapan gençler daha toydu..mal herifler beni jandarma sandı geri geri çekildiler..bende yanlarından geçtim gittim..tüfeğide hemen poşete koydum tabi..metroya nasıl gittim eve nasıl geldim hatırlamıyorum..yalnızca bahattin abinin ulan orhan senin yüzünden az daha geceyi nezarette geçirecektik dediğini hatırlıyorum..

bir günden arta kalanlar...

sevgili günlük;

bir ısınıp bir soğuyan yalancı bahar mevsiminden midir nedir insanlarda acaipleşti..hal ve hareketleri çoğu zaman insan olduklarına derin şüpheler bıraktıran fiillerle doldu.. metroya biniyosun kızlar sanki ingiltere kraliçesi elizabeth, erkekler birer polat alemdar; memati baş..hergün aynı insanları aynı suratları görmek de sıktı artık ya neyse...


yine herzamanki gibi sabahın o kör karanlığında yola çıkmış; güneş her yana yayılmışken iş yerime varmıştım..herzaman olduğu gibi sabah kahvaltım sonrasında sanki bişeyler yapıyormuşcasına bi şeylerle meşgul oluyordum..amacım komşu dükkanlarda dana gibi çalışan elemanların bana nazar deydirmesini engellemekti..çalıştığım masa üzerinde ufak şekerlermeler bayağı bayağı uyuklamalar ile öğleni etmiştim..beni bankaya bi çek tahsili için yolladılar..ziraat bankasına gittim bi sıra numarası aldım..3 bilemedin 5 kişi vardı benden önce ohh ohh iyi dedim işim çabuk bitecek..ben nerden bileyim ziraat bankasında çalışan elemanlar kaplumbağa soyundan gelme..bu kadar kaypak bu kadar yavaş insanları hayatımda görmedim..45 dakikada 2 kişinin işi mi yapılır ya..hemde 3 tane vezne çalışırken..geçenlerde de bi fatura yatıracaktım da öle mecbur kalıp girmiştim ve o gün yemin etmiştim mecbur kalmadıkça girmeyeceğim bi daha bu bankaya die..o sözler geldi aklıma..varın sizde kesinlikle bu bankanın herhangi bi şubesine girmeyin..uzun ve sağlıklı yaşamak istiyorsanız..

işlerimi halledip dükkana dönüyordum..çalıştığım handa hamaliye işini yapan abilerden birisinin kalp krizi geçirdiğini duydum..taş gibi adamdı dedim cemal abi..kolileri çuvalları ikişer ikişer kaldırırdı..Allah'tan ölümle sonuçlanmadı bu olay ama yoğun bakıma alındığını söyleyenler oldu..mesai arkadaşlarından ahmet abi soranlara öldü öldü diyor..açıklamayı ise akşam borsa kapanınca yapacaklar diyordu..şimdi açıklansa 20 25 milyar dolar zarar eder piyasalar die dalgasını geçiyordu..ulan dedim ahmet abi ne adamsın..böyle bi olaydan bile kendine eğlence çıkarıyorsun..sanırım ahmet abi bu olay yüzünden her zamanki gibi bi koltukta uyuyamıyordu..sorun buydu adam eksikliğinden dolayı çalışıyordu..stresi siniri bundan dolayı idi sanırım..

böyle türlü türlü muhabbetlerle akşamı ettim..akşam eve patronların arabası ile beleşten seyahet ediyordum..başka bi yere gidecez ayağına beni ektiler bende bi arkadaşın dükkanı var yakında oraya gittim oturdum..arkadaş tavla çıkardı illa oynıyalım die..ben bu kadar ballı bi adam görmedim hani zar tutmadan atılmazda bu arkadaş olayın fokunu çıkardı bıraktı..yenildiğimden demiyorum böle ama tüm fizik kurallarını imha ederek kazandı..hala nasıl kazandı anlayamıyorum ya..sanırım pul çaldı..neyse adam mekan sahibi olunca direk hırsız diemedim elemana..arada bir sığınıyorum oraya..kılık kıyafet sponsorumdurda ayrıca..gerçi bu sponsorluk anlaşması gereği ben para veriyorum ya..olsun olsun..

bi kaç saat sonra otobüs durağından bizim semtin otobüs hattına bağlı bi halk otobüsü ile yola çıktım..kulağıma ipod u takmış kıçımı çevirerek umursamazca koltuğa yatay bir şekilde konumlandım..gözlerimde dümenden kapalı idi..birisi gelirde yer vermek zorunda kalmıyayım die..zaten araca da kimse binmedi bende gözümü kısa kısa seyahat etmekten vazgeçtim..normal zamandan da sanki daha hızlı getirmişti otobüs beni.. bi lojman griliğine hapsolan evlerin oluşturduğu mahalleme..

mahalle de sakindi..ne oluyo lan dedim..eve gittim açtım bilgisayarımı internette sörf yapcaktım ama sörf tahtam serviste idi yedek parçasını hawaiden ısmarladılar gelmemişti daha..dedim en iyisi yatmak belki rüyada daha mutlu olurum..reel dünyada mutluluk benim için sanki balmumundan yapılmış kanatlarla güneşe kanat çırpmak gibiydi..

yatarak bi mutluluk sipariş ettim rüyalar pidecisinden..30 dk da gelmeyen sipariş için mutlu olmamda gerekmiyordu..

yeni bir gün doğdu; merhaba..

sevgili günlük;

sabah istemiye istemiye kalktım gene..çünki pazartesi sendromu bir yana birde dükkanda yapılacak işlerin olduğunu bilmem benim buhranlara girmeme yetiyordu..sabahın en nahoş vaktinde bizim metro durağına ulaşmanın tek yolu olan o dik yokuşu aşmanın hayatta birşeyleri başarmakla eşdeğer olduğunu ve o bayırı sınırlı sayıda insanın aşabildiğini de ayrıca belirtmek isterim..o bayırı aşabilen insanlarında hayatta bedavacı olmadıklarının da bir göstergesidir bence..çünki o insanlık suçu yokuşu; gözü yaşlı analarına, süt kokan bebelerine bakabilmek onların ihtiyaçlarını karşılamak adına bir engel olarak görmüyorlardı..

neyse dükkana geldim tıpkı tehayül ettiğim gibi bi ortam vardı..bizim dükkanın katında kim varsa bizim dükkanda idi..içeri girdim; güllüoğlu'ndan aldığım talaş böreklerini ve büyük boy çayımı iç ettim... patronun kardeşinin bana kartelalar (kumaş numuneleri) yapılacak dediğinde saat 10 felandı..kartela yapmayı bıraktığım saat ise 17:30..arada bi 15 dk yemek arasını saymazsan 7 saatten fazla ayakta kumaş numunesi hazırladım..şuan bile hala gözümün önünden kumaş parçaları geçiyor..iş yerinden aceleye bi yere uğranması gerektiğinden çıktık..arabayı süleymaniyede bi otoparka bırakmışlardı..eminönünden süleymaniyeye çıkmanın hele o yorgunluğun üzerine gavur azabından beter olduğunu belirtmek isterim..orda şark handan incik boncuk alanlar bilir ne menem bi bayıra sahip olduğunun..süleymaniyeye çıkarken keşmekeş halinde arabaların çıkmaya çalışmaları ve turistlerin ellerinde haritalarla gezdiğini görmek enteresan bişi değildir ama ellerinde kurşun kalem süleymaniye camii'nin resmini çizen turist güruhu hakkaten enteresandı..kimi caminin avlusundaki bahçeden kimisi caminin dibindeki meşhur kuru fasulyecilerin önünden açılamışlardı süleymaniyeyi..yanlarından umursamadan geçtim..

arabaya nasıl bindiğimi koltuğa nasıl bi sevgiyle yaklaştığımı hatırlamıyorum ama içimden bi ohhhh çektiğimi çok net bir şekilde hatırlıyorum..ufak göz kapamalarımın arasında camdan dışarıda enteresan şeylerde görüyordum..zabıtalar pilav satan el arabalarına el koyuyordu..bazıları direnmiş bu direnişte etrafa pilav dağılmıştı..kimilerini kamyonet arkasına yüklemişlerdi..gözlerim tekrar kapandı..

açıldığında kadir has üniversitesinin önündeydik..tam karşısında üniversiteye ait halı sahada üzerinde fener ve cimbom forması olan iki kişi, topla salakça hareketler yapan formasının hangi takıma ait olduğu belli olmayan bir kişi daha ve bunların yanında ne işin var kızım senin orda der gibi duran elinde fotoğraf makinası ile bir kişi daha vardı.. sanırım üniversitede futbol kardeşliği gibi bi çalışma için çekim yapıyorlardı..trübünde hesapta yan yana fenerli ve cimbomlu varmış gibi balık ağızlı kamera ile çekip yutturacaklardı millete..yuhh dedim kapattım gözlerimi açtığımda çoktan gelmiştik..iyi akşamlar deyip indim arabadan..eve doğru yol aldım..hani yannışlıkla bi yere otursam bi daha kalkamama korkusu da vardı içimde..bu korkumu yenmek içinde bi müddet mahallede takıldım..

pazartesi günleri alt sokakta pazar kurulur..pazara doğru baktım..yoq abi dedim bitmiş bu memlekette güzel kız olayı..sanki moda olmuştu kilolu olmak kızlar arasında..içim dışım kalkmıştı..hüngür hüngür ağlayarak vede koşa koşa eve gittim..yok lan yalan söyledim..nasıl koşacam zaten yorgunluktan geberiyorum..geldim eve açtım pc yi bu günü unutmamak için bedenimdeki son gücü kullanarak tarihe not düştüm..

bakalım yarın neler olacak..

bir güne sığanlar

dear my diary;

(korkmayın korkmayın burdan sonrasını ingilizce yazmayacağım zaten kendi dilime yabancı bir adamım )

günlük dostum dün gece saat 03:00 gibi yattım..sabah saat 07:00 gibi bi saatte daha karga bokuyla temas etmemişken kalktım..üzerime sportif bişiler aldım..bizim maldarma arkadaşlar sabah saat 08:00 09:00 arasına halı saha maçı almışlardı..gittik oynadık..bizim patronun kardeşi bi kutu poğaça ile gelmişti yanında..

gittik bir çay ocağına oturduk görmemiş gibi yedik..beleş olmasından dolayı da ayrı bir yumuluyordum poğaçalara..

neyse koşarak eve gittim..üzerimi değiştirdim liseden arkadaşım ekrem ile okulumuzun geleneksel her ay yapılan kahvaltısına gittik..orda da en beleşinden bi kahvaltı yaptım..dönüşte bi yerde oturalım dediler..gaziosmanpaşa meydanında bi alışveriş merkezinin tepesine çıktık..orda manangich cafe die bi yer vardı orda oturduk çay içtik muhabbet ettik..(bu bilgiyi neden verdim olurda yolunuz düşerse girmeyin oraya die bi çay 2 ytl olurmu lan) neyse çayları bizim fofiye iteledik..Fofi bizim fuat canım..beysin kralsın aslansın gazıyla çayları ödedi..

ayrıldık bi arkadaş birlikte kahvaltıya geldiğim ekremle beni kapımızın dibine kadar getirdi..dur bi köşeye ineyim dedim pazar zaten uykusuz geçmiş bu saatten sonra evde neişim var die düşündüm..köşede daha bi dk durmamışken yukarından kırmızı lakaplı arkadaşım muratın geldiğini gördüm..hadi diyordu bana..ne hadisi dedim..olum dedi bugün salimin internet cafesinin açılışı var dedi gitçektik ya..iyi dedim gittik..kalabalıktık dolayısı ile iki tane taksiye bindik..bizim takside yeri bilmeyenler vardı ezbere bi yerde indik..öbür taksiyi beklerken bi abi bolulu hasan usta süt tatlıları dükkanına girdi..

ulan dedim acaba tatlı mı alacak arkadaşın dükkana..4 tane sütlaç verirmisin dedi..hemen bi sandalye buldum kendime..ve hayatımdaki en iyi sütlaçı yedim diebilirim..şiddetle tavsiye ederim..arkadaşın internet cafede biraz zaman geçirdim ve ordan ayrıldım mahalleye döndüm..bi arkadaşım bilardoya çağırıyordu beni gittim oyun oynarız sandım bi arkadaşıyla oynuyordu..oturdum seyrettim bi de büyük yarım ekmeee karışık tost yedim masadan beleşe..(gerçi parasını teklif ettim ama almadı arkadaş) ordan çıktım baktım saat olmuş 18:00..

dedim eve gideyim salına salına oyalana oyalana millete sataşa sataşa eve gittim..evde biraz takıldıktan sonra tekrar üzerime spor kıyafetler giydim bu seferde lise mezunları arasında yapılan halı saha turnuvası maçı vardı..gittim orda da oynadım..gün hiç bitmeyecekmişcesine devam ediyordu..

ben eve dönerken sivas maçını kazanan gs taraftarları arabalarla tur atıyor silahı olanlar ise balkonlardan çatılardan kurşun sıkıyordu gökyüzüne..ve ben boş sokağımızdan eve girerken acaba yarın uyanabilecekmiyim die düşüncelerdeydim..telefonumun alarm sesi bakalım yorgun bedenime ne kadar etki edecek beni o sımsıcacık yataktan ayağa dikebilecekti...

Gün ola harman ola...

gözlemsel bir gün

Sevgili Günlük;

Bugün yine sabah oldu..Bunu nerden mi anladım..hayır hayır penceremden ok gibi içeri dalıp gözlerimi kamaştırmadı güneş..malum telefonumun alarmı yine deli gibi çalıyordu..telefon alarmı ile uyanmaya çalışanlar iyi bilirler alarmın ertele die bi seçeneği vardır..tıpkı bi anne şefkati gibi her başısınızda annenizin sizi her beş dakika da bir kaldırması gibi öter sizi rahatsız eder..bu seferde insan bi acaip olur
-anne yaaa beş dakka daaa n'oluuuuurrr gibi yalvarmalarınız duyulmaz..yerine senin ben alarm gibi ...................................

işte günlük dostum insan oğluna bahşedilmiş en büyük zevklerden birisi belki de sabah beş dakika daha uyuyabilmektir..ve daha henüz kargalar dahi boqunu yememişken yataktan kalkma anınız..bedeninizin bi yanı yatakla yeksan iken diğeri kalkmaya direnir..eğer yatağınızdan fırlayarak kalkmıyorsanız sizin için buhran dolu dakikalar başlıyor demektir..reel dünyanın ağır şartlarında o sıcacık yatağınızı buz gibi rüzgara teslim ediyorsunuz..bunun duygusu bile iç gıcıklatır insana..ayağınızı uzattığınızda bulamadığınız terliğinizin öteki teki buna kızıp çıplak ayağınızın don tutmuş zeminle öpüşmesi bile kendinize getirmez sizi..suratıınıza çarptığınız su bile dahil..

ve daha da buhran dolu dakikalar başlar..kıyafet seçimi.. (hep anlatırlar ben geceden ayarlarım elbiselerimi die ben ne zaman öle bi fiiliyata girişsem yerinde bulamam akşam abimin bedenine nüfus etmiş elbiselerimi;bundan mütevellittir ki hiç bi zaman renksel bi uyumda giyinmişliğim vakii deildir)..

her gün aynı binanın aynı sokak kapısından dışarı çıkarken bari komşu kızlarından biriyle karşılaşsam da metroya kadar böyle lak lak muhabbet ederek gitsem duygusu hasıl olur bende..metro yapılalı 15 sene oldu nerdeyse bi gün böle bişi olmadı..bu yıkılmışlık içinde yolumun karanlığa saplanan noktasında sanki beni bekleyen bir hayal görüyorcasına ve şuursuzca oraya doğru ilerleyip kandırdım yıllarca kendimi..kandırdığımı bile bile de gittim o yolu..zaten belki bu sefer olur düşüncesi beni; o insanın insanlıktan çıktığı her adımda biraz daha dikleşen bayırı aşmamı sağlıyordu..o bayırın sonu geldiğinde nefes nefese kalmış daha yirmi yedisinde bi adamı siz görseniz ne yaparsınız..hiç umursamadan yanından geçersiniz dimi..evet o cillop gibi hatunlar aa bişeyiniz mi var elimden tutunda sizi karşıya geçireyim dieceğine aynen sizin düşündüğünüz gibi umursamadan yanımdan geçip gittiler..bende peşlerinden gittim amacım takip etmek değil işime yetişmekti..madem onlar beni umursamıyor ben neden umursayayım tribine de sokmuştum kendimi.. paşalar gibi kasıla kasıla girdim metronun kapısından..yine çalışmayan akbil dolum gişesinin önünde bekleşen insanlar vardı..yeni konan makinanın önünde alla alla buna nasıl yükleniyor diyenler onlara işte amca şurdan parayı verecen buraya dokunduracan akbilini diyen genç çocuklar..günler öncesinden yüklemiş olduğum kontürlerin bana vermiş olduğu güvenle gittim turnikiye bastım dirilililing die bi ses ile geçtim ordan..merdivenleri üçer beşer sekizer atlayarak aşşağı indim..henüz metro aracı gelmemişti..sanki hep aynı yerden biniyormuş gibi ileri doğru ilerledim..amacım aslında kızların durduğu yerden binmekti..sabah onların karmakarışık parfümleri beni kendime getiriyordu..yaw Allah'tan kız doğmamışım bu menem kokuyu hergün kim sürer yaw..neyse bu koku içinde abimin yeni aldığı benimde ondan iç ettiğim ipod u taktım kulağıma..ilk kez bi yolculuğum liseli kızların vıcır vıcır sesleriyle dumura uğramamıştı..

saat zerre umrumda değildi sanki..kulağımda cıstak cıstak bi müzik dünyadan geçmiştim..salına salına işime gidiyordum kot pantolonumun çakmak cebi die tabir edilen yerine parmağımı soktum evet bozuk param vardı..mısır çarşısına dalıp sabahın o kör saatinde çarşıyı kalabalıklaştıran turistleri kese kese güllüoğluna girdim ordan da kurvasan açma neyim aldım...etraftaki dükkanlara baka baka hana girdim..kaçak ırak mazotunu andıran bizim çaycının çayından aldım..dışarı çıkarken bi baktım saat nerdeyse dokuz...adımlarım hızlandı bi baktım bizim dükkanı patronun babası açmış..eyvah dedim amca eskiden piyasada yahudilerin ve ermenilerin hakim olduğu zamanda çıraklık yapmış bi şahsiyet..fazla titiz ve fazla zamana önem veren birisidir..içeri girdiğim gibi hemen hızlıca kahvaltımı yapıp bi işim varmış gibi bişiler yaptım..dükkanda karşı komşuda olunca arada kaynadım gitti.. akşamı nasıl ettim bilmiyorum mahalleye geldim bizim mahalleden bi arkadaşım tutturdu bilardo oynayalım die bende tamam dedim..gittik biraz ii biliyor bizim arkadaş..bilardo efsanesi abim de bununla bu zamana kadar oynadığı her maçı kazanmış askerden yeni geldiği için piskolojik bunalımdadır die masustan yenilmişti buna..intihar yapmasın die kendine..bundan güç alarak bana da show yapıyordu hacı dedi sana avans vereyim hiç sesimi çıkarmadan salladım kafamı evet der gibi..bunu darmadağın ettim tabi ee az buçuk ıstaka sallamışlığımız var bizimde..eve doğru gelirken kritikler yapıyorduk birbirimize ben dinlemiyordum bile söylediklerini tek düşüncem sonunda kazanmış olmamdı..

artık yeni bir güne dair gözlemlerim oluşsun die yatma vaktimin gelmesini beklemeye koyuldum...

ilk yazı

Sevgili Günlük;

her sabahki gibi sabah uyanmamak için bi sürü direnmeme rağmen telefonuma adapte edilmiş alarmın dirilililililili dirlilililiilililili die ötmesinden mütevellit uyandım..
suratımı yıkamadan direk tuvalete gittim..amacım yarım kalam uykumu orda da bi nebze olsun sürdürmekti..
ama dostlar orda öyle bir koku var ki insanın uykusu bile kaçıyor..

sonra bi insanın sabah kalktığında yapmaktan en nefret ettiği şeyi yaptım..suratımı yıkadım..
evden canhıraş bir şekilde mi çıktım..hayır..sanki dükkan babamınmış gibi rahat rahat geniş geniş metroya doğru yürüdüm..
solcu bakkalımıza zafer işareti yaptım o da bana ülkücü işareti ile karşılık verdi..eğer kartaltepe metro durağına aşşağıdan geliyorsanız bilmeniz gereken bi şey var..
bol bol spor yapın..böyle menem bir bayırı sabah daha karga bokunu yemeden çıkmanın acısını yaşamak lazım anlamak için..
neyse bayırın sonunda kocatepe tarafından gelen az da olsa yüzüne bakmağa doyamayacağın cillop gibi hatunları görünce dertleri sıkıntıları bir nebze olsun attım...

metro girişinde her zamanki gibi üzümlü kek abiiiii die bağıran amcanın sesi yankılandı..
iplemeden herzamanki gibi içeri daldım merdivenleri dörder sekizer inmeden hemen önce akbilimle turnikeden geçtim.. (kaçak binecek değiliz ya)

merdivenler bitmiş araç daha gelmemişti..ben her zamanki gibi biraz ilerleyip heç kimsenin istop (ulan bunun adı stop neden istop demiş bizim salak abilerimiz ablalarımız hiç anlamadım..ilk diyenin sanırım sıtop demeye dili dönmedi) etmediği çelik buz gibi direğe yaslandım..

merdivenlerden bi kız indi cillop gibiydi aaa dedim staj yaptığım belediye binasında o da stajyer olan fatoş kod adlı melek..
(biraz kilolandığını farkedince melek olmadığını anladım..melekler kilo alırmı lem)

tabi o beni tanımadı görmedi aslında..
olsun ben onu gördüm ya metro geldi aynı vagona bindik.. (tabe ben şahsiyetsizce arkasından koşarak onun olduğu vagona bindim..
hatta bi kaç vatandaşıda ezmişliğim var..)

neyse bu orda da görmedi beni..aksaray'a geldik indi bende indim..
baktım alt geçide doğru gidiyor ulan şimdi kim bunu takip edecek şurdan hooop karşıya geçerim (vatan caddesindeki otobandan bahsediyorum tehlikeli bişey evde denemeyin sakın) geçtim hızlı adımlarla gittim eminönü otobüsüne bindim..

bi baktım bu da peşimden bindi araca..ulan dedim sanırım beni takip ediyor..orda da görmedi beni..
karaköyde inerken kasap önündeki kedi gibi baktım otobüsün penceresinde..
hiç oralı olmadı..
yine görmedi beni..
indi gitti kalabalık arasında kayboldu..

o günden sonra bende onu görmedim..