23 Mayıs 2020 Cumartesi

Nerde O Eski Ramazanlar?

“Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında,
Yürüyorum ardıma bakmadan yürüyorum,
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.”

Tarihi anlatan kitaplardan, bir makaleden, bir köşe yazısından okuyabileceğimiz ve başımıza geleceğini asla tahayyül etmediğimiz bir zamanı yaşıyoruz hepimiz. Yalnızca bir ülke değil bütün dünyayı etkisi altına almış, insanları evlerine tıkmış, insanların birbiri ile temasını kesmiş, aynı evin içerisindeki aile bireylerinin bile korkudan bir arada bulunmasını sekteye uğratmış bir virüsle, bir pandemi süreci ile karşı karşıyayız. Eski tarihlerde efsane gibi anlatılan bir virüs yayılımını canlı canlı yaşayarak izliyoruz. Dünya bilime tapan insanlarla dolu ama daha grip gibi hayatımızın bir parçası haline gelmiş hastalığa çözüm bulamamış bilim bu virüse karşı da çaresiz. Bilim bilim diye yeri göğü inleten ülkeler bile çaresizliklerini ülkelerinde azınlık olsa bile o inancın dualarında çare arar hale gelmiş bir şekilde eline geçen her fırsatı değerlendirmenin peşinde.

Anlatmak istediğim bunlar değil elbette. Seksen günde devri alem yaparcasına tüm dünyaya yayılan ve uğradığı her ülkede maddi ve manevi tahribatlar yaşatan bu virüs ile biz de yaklaşık iki buçuk aydır yüzleşiyoruz. Evlerimizde virüsün gelip gitmesini beklerken, korkudan dışarı bile çıkamadığımız o günlerde onbir ayın sultanı olan Ramazan Ayı geldi. Ramazan bir tefekkür ayıdır aslında. Mevzu onlarca saat aç kalmak değil, aç kalan insanların durumunu yaşamak onlarla empati kurmak, verilen nimetlere şükretmeyi idrak etmek ve onları imkanlar el verdiğince infak etmektir. İnfak kelime olarak “paylaşmak” olsa da, bir Allah dostunun deyimi ile “başkasının mutluluğu ile huzur bulmaktır”

Evlerimizde kaldığımız şu günlerde düşünmek için çok fırsatımız oldu. Hiçbir şeye vaktimizin olmadığı, kimseye zaman ayıramadığımız, yapmamız gereken işler için fırsat bulamadığımız, okumamız ve izlemememiz gerekenleri hep ertelediğimiz, günü yetiremediğimiz zamanlar hep buhar oldu. Artık her şeye fırsatımız ve imkanımız en önemlisi zamanımız vardı. Ama yine de bir çoğumuz yapmamız gereken birçok şeyi yapmadı. İşte bu günlerde Ramazan’ı en güzel bir şekilde idrak edebilirdik oysa.

Lüks ve şaşalı sofralar kurulmadı bu sene fahiş fiyatlar ile hizmet veren restoranlarda! Bir yerlere yetişme telaşına gark olmuş insanlar lüks araçlarından korna çalarak kızmadı kimseye, içinden yada dışından sinkaflı kelimeler ile hakaretler etmedi, kavgalar çıkartmadı! Kimse kimsenin gözünün içine soka soka yardımlar etmedi. Belki de bazıları için ilk kez “sağ elin verdiğini sol el görmedi, bilmedi..” Belki de ilk kez eski Ramazanlar gibi bir Ramazan idrak ettik hepimiz. Evlerimizde, mütevazi sofralarda, yalandan ve zorlama ifadelerin olmadığı, en çok biz olduğumuz sofralarda sahur ve iftarlar yaptık. Kendimizden maddi olarak üstte olanlara bakmayı belki ilk kez bırakıp kendimizde olan nimetlerin ne kadar kıymetli olduğunu anladık. Bir yol üstünde sevdiğimiz insanlarla karşılaştığımızda ettiğimiz o kısa sohbetin ne kadar değerli olduğunu anladık. Elimizde bizim olduğunu sandığımız ne kadar şey varsa onlara ulaşamamanın acziyetini yaşadık. Gerçek kudretin, sahip olmanın insanlık adına boş bir hayal olduğunu ve bir başımıza kaldığımız gecelerde içimizi kaplayan korkularda sığındığımız limanın Allah (C.C.) olduğunu anladık.

Ramazan Bayramı’nı kutlayacağız yarın. Yaşantımız boyunca belki de ilk kez bir bayramı sokağa çıkma yasağı altında yaşayacağız. Dünyanın çeşitli coğrafyalarında inançları yüzünden zulüm görüp, ibadetlerini ve bayramlarını uluorta yapamayan, kutlayamayan insanları belki de bir nebze olsun anlayacağız. İlk kez bu sene garibanın çocuğu mahçupluk eziklik yaşamayacak. Durumu olanların çocuklarını en pahalı kıyafetler ile sokaklara saldığı bir bayram olmayacak bu bayram. Evlerde bayram ziyaretleri için önce benim aileme gidelim kavgaları yaşanmayacak. Büyükler yine ziyaret edilemeyecek belki ama ilk kez bu sene çoğunun kalbi tatile giden evladının ve torununun yüzünden kırılmayacak. Yalandan değil yapacak bir şey bulamadığı için belki telefonlarda büyükler ile daha fazla konuşulacak ve farkında olmadan sevindirilecek o insanlar.

O kadar çok sebep sayılabilir ki şu günler hakkında. En önemlisi insanın kendine dönmesi için bir fırsat şu günler. Teknoloji çağında bana şu şu yeter denilen ne varsa yetmediğini dibine kadar anladık sanırım. Umarım bu idrakimiz ile bazı dersleri de almışızdır. Gerçek kudret sahibinin bizi imtihan ettiği ve “istediğim nimeti sizin elinizden gözle görülmeyen bir mikrop ile de alırım, haddinizi ve hududunuzu bilin” dediği şu günlerde her şeyin bir hiçlikten ibaret olduğunu, bize verilen nimetlerin gelip geçici olduğunu, bir başkasının mutluluğunda huzur bulmanın gerçek zenginlik olduğunu, elimizdeki madde ile ihtiyaç sahiplerine zulmetmenin bize bir fayda sağlamayacağını ve dahi nice yaşananlardan her şeyin bizden ibaret olmadığını anlamışızdır.

Bu günler kayıplar versek de birgün son bulacak. O gün eğer ayakta isek her şey tekrar başlayacak. Tek temennim bu günlerin unutulmaması. Sahip olduğumuzu sandığımız her şeyin aslında bize ait olmadığını, onlara bir emanetçi olduğumuzu ve en önemlisinin emanete hıyanet etmememiz gerektiğini hatırlamak olacaktır.

Selam ve dua ile..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder