27 Kasım 2010 Cumartesi

Zaman

geceler ne kadar uzun olursa o kadar çok şey hatırlıyor insan geçmişiyle alakalı.. o mutlu, herşeyden bi haber, dünyayı umursamayan, ipiyle kuşağı birbirine denk, şımarık bir çocuk yıllarınıza bir kez daha gidiyorsunuz.. sonra o mutluluğu bozarmışcasına gizli bir el sizi birden yukarı çekiyor sanki ve sizi geceleri uykusuz bırakan -neden geçmişimi düşünüyorum lan ben- şimdiki zaman gerçekliğine dönüyorsunuz.. sonra tüm acıları geride bırakmak için son bir umutla kapıyorsunuz gözlerinizi.. tüm güzel şeyleri çocukken yaşadığınızı bilerek..

merdivenlerden üçer beşer atlayarak iniyorsunuz.. sokak kapısı, günlerce kömür madeninde tutsak kalmış maden işçilerinin çıkışı bulduğunda yaşadığı sevinçle yansıtıyor sokaktaki güneşi tüm suratınıza.. ve hemen ardından kulaklarınız gülüyor dışardan gelen seslere.. sokak kapısı sanki paralel evrene açılan bir geçit gibi karşınızda duruyor.. ve korkusuzca geçiyorsunuz o kapıdan olacakları umursamadan.. ne yana baksanız etrafta oynayan çocuklar görüyorsunuz.. en yakın arkadaşlarınızın top oynadığını görüp beni de alın lan der gibi boynunuzu büküyorsunuz.. ve içlerinden en şerefsizi kenara çekil lan diye azarlıyor sizi.. kaldırımın kenarına oturup öle mal gibi bekliyorsunuz.. ama bu bile sizin mutluluğunuzu bozmaya yetmiyor.. çünki çocuksunuz.. ve birazdan ilker'in annesi balkondan bağırıyor ilker buraya gel diye.. biraz önce sizi azarlayan o piç kurusu çocuk, gel lan ilker'in yerine oyna diyor sanki hiçbir şey olmamış gibi.. sizde hiçbir şey olmamış gibi katılıyorsunuz aralarına.. dünyalar kadar mutlusunuz çünki.. o size kadroları gösteriyor bak bunlar bizim adamlar diğerleri rakip diye.. ama siz sadece küt küt atan kalbinizin sesini duyuyorsunuz.. o kadar mutlusunuz ki.. dedim ya çocuksunuz çünki..

sonra biraz büyümeye karar veriyorsunuz.. mahalle köşesinde takılan ve onlara balkondan pencereden bakan, ablarla kesişen abiler gibi olmak istiyorsunuz.. ağızlarının içlerine bakıp -şişşşt sen, gel lan buraya bana bakkaldan koş bi sigara al demesini bekliyorsunuz.. acaip mutlusunuz çünki hâlâ çocuksunuz.. mahalle kahvelerine giremiyorsunuz ve hırslanıyorsunuz ulan bir gün, ulan bir gün diyerek.. sonra biraz daha büyüyorsunuz o abiler ablalar artık olmuyor yerlerinde.. hayat denen bi mücadeleye girdiklerini öğreniyorsunuz.. mal lan bunlar değmez şu güzellikleri terketmeye diyorsunuz.. çalışıp çok paran olsa ne olacak sanki diyerek onları anlamayı reddediyorsunuz.. çünki hâlâ çocuksunuz.. ve onların bıraktığı yere kral babasından kalmış tahta kurulan prens gibi seviniyorsunuz.. artık dünyanın en güçlüsü sizsiniz.. size kimseler dokunamaz bundan sonra, her boku da bir tek siz biliyorsunuz.. okuldu, askerlikti derken öyle bir dünyanın içerisine bırakıyorlar ki sizi artık çocuk kalmadığınızı anlıyorsunuz.. ve o gün salladığınız o abiler geliyo gözlerinizin önüne ve abi özür dileriz diye dudaklarınızı oynatıyorsunuz usulca.. ve o gün bir daha büyüyorsunuz..

büyüklerin herşeyi de farklıymış arkadaş diyerek sadece büyüklerin kapıldığı bir hastalık size de musallat oluyor sonraları.. bu işin doktorları koyuveriyor hastalığın adını; AŞK diye.. ve size sadece hayal dünyasında yaşayan bi adam kalıyor.. yemeler içmeler bir farklı oluyor artık.. tek bir bedene hapsolmuş, iki ruh taşıyormuş gibi sürekli içinizde besliyorsunuz sevdiğinizi.. sevdiğiniz sığmıyor artık sizin bedeninize ve siz kendi ruhunuzu çıkarıyorsunuz dışarı.. ve o an artık bambaşka biri oluyorsunuz; sadece onun için yaşayan ruhsuz bir ceset olarak.. siz onun ruhuyla doldururken bedeninizi o da bir başkasının ruhuyla dolduruyor kendini.. bunu kabullendiğiniz anda ruhunuzun olmadığını da anlıyorsunuz artık.. ve bambaşka bedenlerde aramaya başlıyorsunuz sizde yitik olan ruhunuzu.. ve bu kısır döngüde şarkıcının sözleri takılıyor dilinize; -daha kaç vücut gerek benim seni unutmama.. ve siz çocuk olmadığınızı, çocuk kalmadığınızı bir kez daha enine boyuna idrak ediyorsunuz.. ve gözleriniz o esnada açılıyor korkuyla..

artık büyümenin doruğuna ulaştığınızı düşünüyorsunuz.. bundan daha büyük büyümeme mi olur lan diyorsunuz kendi kendinize.. önce babanız sonra anneniz terkediyor sizi bu dünyada.. yâr zaten çok önceden çekip gitmiş.. ve siz tek başına geldiğiniz bu dünyada yine tek başına kalıyorsunuz.. Allah'ım bu kadar büyüme yeter diye yalvarıyorsunuz.. ve o zaman tekrar başlıyor küçülmeleriniz.. her nefes alışınızda biraz daha çocukluğunuza koşuyorsunuz.. ağzınızdan en yavşak cümleler dökülüyor hayata dair.. sevme üzerine; panellere katılıp söyleşi yapan şair gibi aforizmalar atıyorsunuz sizin yolunuzdan ilerleyen gençlere.. aman sakın sevme kaptırma kendini çünki sen sevdiğinle o sevildiğiyle kalıyor her seferinde diyorsunuz.. gözlerinizi tekrar kapatıyorsunuz o mutlu yıllara dönmek için ama bu seferde önü kayalarla kapanmış bir mağara kapısı gibi engel oluyor gerçekler size.. ve gözlerinizi son kez açıyorsunuz..

''Dünyanın en uzun gecesi 21 Aralık değil; beni terkettiğin geceydi'' cümlesini yazabilmek için...

Bilge bir ses geliyor sonra, zaman herşeyin ilacıdır evlat diye.. Ama zaman sadece kanatıyor, daha da acıtıyor ve bunu kimseler bilmiyor.. Bilge de bilmiyor..

Klavyemin mürekkebi tükenmek üzere ama ben hâlâ ve inatla seni yazmaya devam ediyorum.. Ve sanırım yazmaya da devam edeceğim...

2 yorum:

  1. kaynakça: yazıda sözleri geçen ''daha kaç vücut gerek benim seni unutmama'' cümlesi Teoman'nın Senden Önce Senden Sonra şarkısına aittir..

    ''Dünyanın en uzun gecesi 21 Aralık değil; beni terkettiğin geceydi'' cümlesi de Küçük İskender'e aittir..

    sonra aaa şerefsize bak kendisininmiş gibi yazmış demeyin..

    YanıtlaSil
  2. Koşullar ne olursa olsun, mutlu çocukluktan mutsuz genç adamlığa yolculuk... Çocukluk koşulsuz mutluluk pek çoğumuz için.
    Aşk... hepimizin mutlaka bir gün tattığımız, tadacağımız, güneşli havada aniden bastırıveren sağnak yağmura şemsiyesiz yakalanıvermek gibi bir şey... ;)
    Bazı aşklar acıdır, acıtıcıdır. Yaşarken bile... Hele bir de ayrılık varsa, tarifi imkansız acılar kaçınılmaz oluverir.
    Yalnız değilsin ki! Hangimiz o ilk aşkımızın mutlu masumluğunda kaldık? Bir aşk biter, bir diğeri biteni unutturur. İşte o bir diğerine yakalanana kadar, benzer acıları hepimiz yaşarız.;)
    Ta ki 21 Aralık gecesinin dünyanın en uzun gecesi olduğu gerçeğini kabul edecek gerçekciliğe ulaşana, aşk acısının insanı sadece büyütebileceğini, ama olgunlaştırmayacağını kabul edene kadar...

    YanıtlaSil